Lübnanlı Müslüman düşünür Fethi Yeken, mezhepçi ayırımlara karşı Müslüman gençleri uyardı. Yeken online sohbette, ümmetin yaşadığı krizde davetçilerin rolüne değindi.
Haber Merkezi / TİMETURK
İslam dünyasının tanınmış Lübnanlı düşünürlerinden Fethi Yeken, İslamonline sitesinde katıldığı canlı yayında, dünyanın birçok yerinden Müslümanların sorduğu sorulara cevap verdi. Yeken’in ‘Ümmetin İçinde Bulunduğu Krizde Davetçilerin Rolü’ adlı online sohbetini TİMETURK okuyucuları için tercüme ettik:
Soru: D. Muhammed / Kahire
Sayın Dr Fethi Yeken Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinize olsun. Davetçiler ardı ardına gelen iç ve dış krizlerle yüzleşiyorlar. Bu da onların önceliklerini belirlemeye mecbur bırakıyor.
- Kişisel krizlerle nasıl yüzleşilmeli?
- Etrafındaki toplulukların krizleriyle nasıl yüzleşilmeli?
- Kriz zamanlarında neler üzerinde daha fazla durmak gerekir?
Cevap: Fethi Yeken:
Etrafımızdaki olaylarla yüzleştiğimizde bu olayların bütününü değerlendirmemiz gerekir. Hem bizim lehimize olanları hem karşıt olanları hem bizi onaylayan hem de bize muhalefet eden görüşleri değerlendirmeliyiz. Ayrıca siyasi ayak oyunlarını, düşmanın tuzaklarını, ülkemize hükmeden gizli ve açık güçleri görmeliyiz.
Etrafımızda olan bitenleri fark etmemiz ancak doğru ve makul bir yaklaşımla mümkün olabilir. Bu, İslam fıkhındaki şeri delili fark edebilecek fıkhi alt yapıya sahip olmayı gerektirir. Çünkü şeri delilin fark edilmesi de aynı şekilde hakkında içtihat yapılmak istenen soruna derinlemesine bir yaklaşımla mümkün olur.
Öyleyse, etrafımızdaki olayları doğru yorumlayabilmemiz için öncelikle bu yorumlama işlemini bizatihi kendimizin yapması gerekir, ayrıca yorumlama ve değerlendirme araçlarına sahip olmamız gerekir. Sürekli olarak başkalarından okuma ve değerlendirme araçları ödünç alamayız. Başkalarındaki araç ve bilgiler, kendi planlarına hizmet edebilir, bizimkilerine değil.
Bu ilkelerden çıkarsadığımıza göre bugün dünyada olan bitenlere, modern teknoloji devriminden önce var olmayan ‘küreselleşme’ adını verebiliriz. İnternet, iletişim ağları bu teknolojik devrime örnek olarak verilebilir. Bir de bizim isimlendirdiğimiz dünyanın küreselleştirilmesi olgusu var. Dünyanın kültürel, ahlaki, ekonomik, siyasi, güvenlik ve askeri açılardan küreselleştirilmesi.
Bu plan, petrolle ilgili olsun ya da olmasın sadece maddi servetlere el koymaya öncülük yapıyor değil, ancak bizim toplumumuzun en kuytu köşelerine kadar sızmakta, buralarda köklü değişiklikler meydana getirmektedir. Amerikan Başkanı’nın “Ilımlı İslam” olarak isimlendirdiği şeyi de işte bu değişim var etmiştir.
Öyleyse bu proje, İslam’la hem ayrıntılarda hem de özde çatışma içerisindedir. Ayrıca buna karşın İslam ümmeti bütün hareketleri, sivil toplum kuruluşları ve partileriyle mücadele etmektedir.
Ümmetle çatışma içerisinde olan bu projenin tehlikesi de buradan gelmektedir. Kendimize ve Müslümanlara soralım: Öncelikle bu projeyi biz yeterince anladık mı? Sonra bu projeye karşı proje üreterek cevap verebildik mi? Bütün sebeplere tutunduk mu?
Sorun burada yatmakta, öncelikle kendime sonra da Müslümanlara sorduğum soru da burada bulunmaktadır:
Olan bitenleri anlayabilmemiz için yeteri kadar araştırma merkezlerine, strateji ve think-thank kuruluşlarına sahip miyiz? Çağın meydan okumalarına ve sorunlarına karşı bizi donanımlı kılacak bir metodoloji geliştirebildik mi? Yoksa bildiklerimiz sadece 19. yüzyıldan ya da 20. yüzyılın başlarından kalma bilgiler midir?
Buradan bütün tevazuumla kendisine mensup olmakla şeref duyduğum bütün İslami hareketlere, (Müslüman Kardeşler hareketini kastediyorum) sesleniyorum.. Anlayışımızı geliştirmemize yardım edecek bir adım atın, insanlara faydalı olabilecek sözler söylememize yardım edin. Ta ki Peygamber efendimizin “İnsanlara akılları miktarınca hitap edin” sözünün gereğini yerine getirmiş olalım. Her zamanın kendisine ait bir düşünme ve yorumlama biçimi vardır. Bizim bu çağın şartlarına uyan düşünme biçimini esas alan bir söylem geliştirmemiz gerekir. Aksi takdirde, hiçbir başarı ya da zafer elde edemeden kervanı kaçırırız.
Bir İslami hareketin dünyadaki İslami hareketlerin referans noktası haline gelmesi ayrıca dünyadaki bütün İslami grupların faaliyetlerini de kucaklaması gerekir. Ancak bu faaliyetlerin toplamından bir Müslümanlar Cemaati oluşabilir, aksi takdirde yine bugünkü gibi Müslümanlardan oluşan ama bir türlü Müslümanların cemaati olamayan gruplar halinde kalmayı sürdürürüz.
Mevcut koşullar, tehlikeli meydan okumalar, düşünme düzeyinde geleneksel ve radikal yaklaşımlardan gerçek İslam’ın ana dairesinden çıkmadan modernlik, yenilenme ve gelişme düzeyine yükselmesini beraberinde getirmektedir.
Soru: Basim-Suudi Arabistan/Proje Müdürü
Aziz hocam. Seyyid Hasan Nasrallah’ın bütün konuşmalarını dinledik. Onun söyledikleri kalplerimizi ferahlattı, Filistin ve Lübnan’daki kardeşlerimizin kalplerine de sevinç doldu. Ancak bazen farklı yerlerden sesler yükseliyor ve aslında dün Semir Kuntar’ın özgürlüğüne kavuşması nedeniyle ve daha önceleri de konuşmalar yapan Nasrallah’ın iyi niyetli olmadığını ifade ediyorlar. Bize, anlatmak istedikleri şey, aslında bu grubun gizli bazı programları olduğu ve bize bunu anlatmadıkları yönünde.
Allah biliyor ki ben bir Müslüman olarak birlik ve beraberlikten yanayım. Nasrallah’ı her gördüğümde ve konuşmasını dinlediğimde kalbime sevinç dolduğunu söylemeliyim. Hocamızdan burada bu tür düşüncelere sahip olan arkadaşların düşüncelerini değiştirmek için birkaç şey bize söylemesini istiyorum. Şimdiden taktir ve teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Cevap: Fethi Yeken
Birincisi: Böyle önemli bir konuya temas etme fırsatını bize verdiği için Allah (c.c.) kardeşimizden razı olsun. Bu konu iyi bir şekilde ele alınmadığında son derece tehlikeli bir konudur da aynı zamanda. Biz bu sorunu öncelikle Lübnan’da yaşıyoruz. Ayrıca Irak’ta, Yemen’de, Bahreyn’de, Kuveyt’te, Sünnilerle Şiilerin birlikte yaşadığı her yerde bu sorunla karşı karşıya geliyoruz.
İlk olarak Amerikan ve Batılı istihbarat örgütleri, Yeni Ortadoğu Projesi’nin bölgede başarısız olmasının, İsrail işgal devletinin 2006 Temmuzu’ndan yenilgiyle çıkmasının ve ABD’nin Afganistan, Irak ve Filistin’de fiyasko yaşamasının ardından yeni bir arayış içerisine girdiler. Çünkü kitle imha silahlarıyla bölge halkına boyun eğdirememiş ve kendine râm edememişti. Öyleyse ABD ve müttefikleri ne yapmalıydı? Bölgeyi içten çökertme yolunu seçtiler ve İran’ın başta uranyum üretimi ve nükleer santral olmak üzere tüm yaptıklarının aslında ABD ve İsrail’i değil bölgeyi hedef aldığını ifade ettiler.
Bunu bütün açıklıkla söylüyorum, hatta ABD Başkanı, son gezisinde Körfez ülkelerine, bölgedeki gerçek düşmanlarının Şii ve mezhepçi bir arka plana sahip olan İran olduğu yönünde açıklamalarda bulundu. Amaçları, savaşın ümmetin gerçek düşmanları olan Batılı ya da Amerikalılarla olması yerine ümmetin kendi içerisinde yani Sünnilerle Şiiler arasında olmasını istiyor. Amerika, mezhebi savaşların Filistin’i gasp eden İsrail’e karşı verilen savaşların yerini alarak bazılarının ABD’ye dost ve kardeşçe duygular beslerken Hizbullah ve Suriye’ye düşmanca duygular beslemesini istiyor.
İkinci Olarak: Ben temelde, tıpkı Sünnilerin tamamının aynı olmadığı gibi Şiilerin de aynı olmadığını düşünüyorum. Şiiler içerisinde de Amerikan projesiyle ilişkiye geçenler olduğu gibi Sünni çevrelerde de bunu yapanlar var.
Bizim ölçütümüz Amerikan ve siyonist projeye karşı durmaktır. Kim Amerikan projesine karşı mücadele ederse, mezhebi ne olursa olsun o bizim müttefikimizdir. Amerikan ve siyonist projeyle ittifak edenler ise bizim düşmanlarımızdır. Örneğin, Enver Sedat Sünni idi, Halid İslambuli de Sünni idi. Biz ikisi de Sünni olmakla birlikte İslambuli ile birlikteyiz ve Sedat’a karşıyız. Çünkü Sedat, Camp David anlaşmasını imzaladı ikincisi ise ona mesafeli durdu. Bu yaptıklarının bedelini İslambuli ona ödetti, bilindiği gibi Enver Sedat’ı vurdu.
Filistin’de Mahmut Abbas’ın liderliğini yaptığı Özerk Yönetim var. Bir de başkanlığını Heniyye’nin yaptığı Hamas hükümeti var. İkisi de Sünni ancak ben kiminle olmam lazım? Ben İsrail’e ve ABD’ye karşı savaşan Sünni ile birlikteyim. Yoksa onunla iş tutan, ona yağcılık yapan, onu kucaklayan bir Sünni anlayışla değil.
Öyleyse mesele mezhebi bir mesele değil siyasi bir mesele. Bu şeriatın desteklediği bir tutumdur. Bu tutum, Peygamber efendimizin (s.a.v.) “Müslümanların bir karış toprağı işgal edildiğinde bütün Müslümanlara cihad farz-ı ayn olur. Kadın kocasının izni olmadan evinden (mücadele için) çıkar, çocuk babasının izni olmadan çıkabilir.” Hadisinde ifade ettiği bir tutumdur. Öyleyse bizim şu an topraklarımızda işgalcilerin ne işi var? Allah’ın etrafını mübarek kıldığı Filistin’de, Afganistan’da, Irak ve birçok İslam ülkesinde Amerikan askerlerinin ne işi var? Bir de buna İslam ülkelerindeki Amerikan üslerini eklediğinizde işin vahameti daha iyi anlaşılır.
Öyleyse sorun mezhepten değil siyasi tutumlardan kaynaklanmaktadır ki bu aslında doğrudan şer’î tutumla ilgili bir şeydir. Önemli olan burada dünya sistemine karşı koymaktır ki İslam bu konuda gayr-ı Müslimlerle bile işbirliğine gitmeye ve onlarla ittifak yapmaya cevaz vermektedir. Yeryüzündeki zulmü ortadan kaldırmak için Hıristiyan’la, Budist’le ve herhangi bir din taraftarlarıyla işbirliği yapabilirim.
Bu noktada Peygamberin oluşumuna bizzat katıldığı Hılfu’l Fudul olayı örnek verilebilir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Cahiliyye döneminde Hılfu’l Fudul’a (erdemliler ittifakı)’na katılmıştım. Benzer bir ittifaka İslam geldikten sonra da çağrılsam icabet ederdim.” İfadelerini kullanmıştır. Öyleyse sorun mezheple ilgili bir sorun değildir. Bu açıktır.
Üçüncüsü: Hizbullah ve biz, 1982 yılından beri Fecr güçleri adı altında bir direniş gücü olarak zaten varız. Biz bu gücü Hizbullah kurulmadan ve İsrail Lübnan’ı işgal ettikten sonra teşkil etmiştik. Direnişi Sünniler olarak biz başlatmıştık. Ancak bir süre sonra işgal güçlerinin Lübnan’ın iç bölgelerinden daha çok Şiilerin yaşadığı sınır şeridine kadar çekilmesi nedeniyle direnişi sürdüren daha çok Şii Müslümanlar oldu.
O dönemden beri İslami direniş bayrağı altında Sünnilerle Şiiler birbirleriyle sürekli koordinasyon içerisinde oldular. Ancak son dönemde ortaya çıkan ve direnişi çökertmeye çalışan mezhepçi yaklaşım, Temmuz savaşında Hizbullah’ın elde ettiği başarıyı yenilgiye dönüştürmek istedi. Irak’ta patlak veren bu fitne ve iç savaşların Lübnan’a da sıçramasını sağlayarak savaşı dışardan içeriye taşımayı amaçladı.
Dördüncüsü: İranlı yetkililerin ellerindeki bulunan silahlarla ilgili söylediklerini dinlediğimizde, bu stratejik silahların İsrail’in nükleer santrallerine özellikle de Dimona nükleer santraline, ve Telaviv’e yöneltilmiş olduğunu söylemeleri önemlidir. Kendilerine yönelik bir saldırı durumunda bu stratejik silahları doğrudan İsrail’e ve Telaviv’e atılacağını söylemektedirler. İran, Arap ve İslam topluluklarına İslam ülkelerinin savunulması için ortak savunma hattı oluşturulması yönünde teklifte bulunduğunda elindeki bütün silahları oluşturulacak olan bu ortak örgüte vereceğini önermiştir. Bizim kalkıp da iftirazi/varsayımsal bazı düşüncelerle ya da Amerikan istihbarat örgütleriyle Siyonistlerin ortalığa yaydığı bazı dedikodulardan yola çıkarak bu tür iddialarla İran’ın düşman olduğunu söylememiz ne kadar mantıklı olur? Biz onlara mı yoksa İranlı yetkililerin yaptıkları ve söyledikleri şeylere mi inanacağız?
Sonra Hizbullah, işgal altındaki Filistin’in derinliklerinde işgal güçlerini vurarak İsrail’in altyapısını çökertmiş ve önemli bir zafer kazanmıştır. Bunu da İran’dan elde ettiği stratejik silahlarla yapmıştır. Tüm bunlardan sonra İsrail’i dost ve Hizbullah’ı düşman olarak nasıl niteleriz? Kaldı ki İsrail, bize stratejik Amerikan silahlarıyla saldırmaktadır. Bunlar gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan kışkırtmalardır.
Beşinci Olarak: Bana göre dünya şu anda Peygamber efendimizin bahsettiği ve kıyametin gelişini haber veren fitneler devrine girmiş bulunuyor. Bugün olan bitenler kıyamet günü ortaya çıkacak olan alamet ve işaretlerin haber verdiği bir panaromayı bizlere sunuyor.
Bu, bizim beklediğimiz ve hissettiğimiz bir olgu olup neredeyse varlığından emin olduğumuz bir durumdur. Kalplerde eğrilik vardır, akıllar aldatılmaya meyillidir, gerçeği olduğu gibi göremez. Böylece olanlar olur.
Kısaca sorunuza bu şekilde cevap verebiliriz. Vakit olsa daha fazla şey de anlatabilirdik, konuyla ilgili yazmaya başladığım “Keşke kavmim bilseydi” isminde bir kitabım yayınlanacak inşallah. Kitapta 11 Eylül 2001 olaylarından bu yana meydana gelen olayları ayrıntılı olarak ele alıyorum.
Soru: ‘Allah’a hicret eden’ rumuzlu bir okuyucu-Filistin
Bismillahirrahmanirrahim,
Sözcüklerimin doğru bir şekilde ulaşması için bütün kalbimle size yöneleceğim.
Sorum şu şekilde: Selefi cihat anlayışı internette hızla yayılıyor. Özellikle de Tevhit ve’l Cihad sitesi, Muhammed el-Makdisi’nin kitapları çokça okunuyor. Meselenin özüne gelirsek benim kuşağımın gençleri bu siteleri çok miktarda ziyaret ediyorlar. Bu insanlar Yusuf Karadavi’ye söverken İhvan-ı Müslimin’in Genel Mürşidi’ne de sert eleştiriler yöneltiyorlar. İhvan’ın yaptığı her şeyi eleştiriye tabi tutuyorlar. Bu insanlar Allah’a davet konusunda samimi ve ihlaslı insanlar…
Sonunda ben konuyla ilgili bir araştırma yaptım ve niçin böyle olduğunu incelemek istedim. Bu konularda da sizinle istişare etmek istiyorum:
- Bir kere kesinlikle İhvan’ın fikri bir seferberliği yok. Hamas’ın yeni kuşak üyeleri, harekete maalesef fikri derinliklerinden dolayı değil, İsrail işgal devletine karşı verdiği savaş nedeniyle ve tamamen duygusal olarak katıldılar. Dolayısıyla gençlerimiz Hizbu’t Tahrir ya da selefi cihatçıların yönelttikleri sorulara cevap vermekten aciz kalıyorlar.
- İhvan, yöntem ya da düşünce açısından kendisine yöneltilen eleştirilere cevap verme ihtiyacı hissetmiyor. Örneğin Zavahiri’nin yazmış olduğu el-Hasadu’l murr (acı hasat) adlı kitaba verilen bir cevaba şu ana kadar rastlamadık. İslam’ı anlama biçimleri tamamen yanlış, bunu biliyoruz ancak onlar iddialarının delili olarak şeri hükümleri gösteriyorlar. Ancak bu şüphelerin giderilmesi için mutlaka cevap verilmesi gerekir. Hamas, el-Fetih’in yaymaya çalıştığı şüphelere cevap vermeyi gerekli görmüyordu, ancak sonunda baktı olacak gibi değil, gitti sadece bunun için Filistin el-An (Şimdi Filistin) adlı bir internet sitesi açtı. Burada hareketin metodolojisini anlatan, liderlerini ve hareketin stratejisini savunan bir merkez haline geldi burası. Sadece susmakla yetinmediler.
Vallahi şu an biz iki ateş arasında kaldık. İşgalciler ve diğer gruplar.., Davetimize yöneltilen eleştirilere cevap vermek için çok gayret sarf ettik uzun zaman uğraştık, ancak internette doyurucu cevap içeren herhangi bir site bulamadık.
Lütfen bu konuda bana yardımcı olun, Allah da size yardımcı olsun ve hepimize doğru yolu göstersin. Böyle bir sitenin kurulmasını ve İhvan-ı Müslimin’e yöneltilen eleştirilere yanıt verildiği bir merkezin oluşturulmasını temenni ediyorum. İnternet, hakikati araştıran insanlara ancak kapılarını açar. Bizim cihatçı selefilerden çok daha fazla bu konuya önem vermemiz gerekiyor. Onlar interneti çok iyi kullanıyorlar, bizim de bunu iyi kullanabilmemiz lazım.
Cevap: Fethi Yeken:
Birincisi: Öyle anlaşılıyor ki kardeşimiz İhvan’a yönelik eleştirilere verilen cevaplarla ilgili yazılmış onlarca kitaba muttali değil. Bizimle bilahare temasa geçerse kendisine konuyla ilgili yazılmış literatür hakkında bilgilendirebiliriz.
İkincisi: İhvan-ı Müslimin hareketi, tartışmaya girmeyi hoş karşılamayan bir harekettir. Çünkü İslami ilkeler ve İslam ahlakının güzellikleri sonuçsuz tartışma ve cedellerde ayaklar altına alınır. Allah Resulü’nün konuyla ilgili hadis-i şerif-i de bulunmaktadır.
Biz cedele girmemekle mükellefiz, özellikle de Müslümanlar arasında düşmanlık ve kin yayan tartışmalara girmemeliyiz. Hâlbuki bizim her zamankinden daha çok dostluğa, birbirimizi sevmeye, birliğe ve kardeşliğe ihtiyacımız var. Bu, aynı zamanda Peygamber efendimizin bir ilkesidir.
İhvan-ı Müslimin’i diğerlerinden ayıran husus onun daima eyleme ve faaliyete yönelik çalışma göstermesi, boş tartışmalardan uzak kalmasıdır. Meyve veren ağaç taşlanır sözünü hatırlarsak İhvan’a yönelik eleştirilerin nasıl bir keyfiyet içerdiğini daha iyi anlayabiliriz. İhvan’ın iç çatışmalara girmeme yönündeki tutumu, bilinen tutumdur. Üstat Şehit Hasan el-Benna da aynı şekilde başkalarını aşağılama, hareket ve partilere hakaret etmekten kaçınılması gerektiğini, bunun iç çatışmaya yol açabileceğini ifade etmiştir.
Üçüncü olarak: Bugün Müslümanların karşı karşıya kaldığı şey tehlikeli ve büyüktür. Bütün Müslümanların saflarını birleştirmelerini ve ayrılığa ve tefrikaya düşmemelerini gerekli kılmaktadır. Kuran-ı Kerim’de ‘Birbirinizle niza etmeyin, sonra başarısız olur canlılığınızı yitirirsiniz, sabredin.’ demektedir. Biz de bu Kur’anî ilkeye sıkı sıkıya bağlıyız, İhvan-ı Müslimin’in yaklaşımı çok doğrudur. Bu zor bir meseledir, birçok hareket bu noktayı ihmal etmiş ve sonu gelmez tartışmalara girerek iç çatışmalar yaşamış ve sonunda bu hareketler bitmiştir.
Soru: Muhammed Mesut Yakut-Mısır - Yazar
Sevgili üstat, yazdıklarınızın ve yaptıklarınızın karşılığını Allah (c.c.) fazlasıyla versin inşallah. Özellikle de “Müslüman olmam Neyi Gerektirir?” adlı kitabınızdan çok istifade ettik. Karşı karşıya kaldığımız sorunlarla ilgili bize tavsiye edebileceğiniz kitap var mı?
Fethi Yeken:
Karşılaşan sorunlarla ilgili yazılmış şu ana kadar çok miktarda kitap bulunmaktadır. Bu çerçevede aşağıdaki kitapları tavsiye edebilirim: Dr. İbrahim Buyumi’nin “Medeniyet Dönüşümü Fırtınasında İslam Dünyası”, Şeyh Faysal Mevlevi’nin “Avrupa’da Bir vatandaş olarak Müslüman”, Faiz Ali Selheb’in “Etnik ve Mezhebi Ayrımı Olmayan İslam” kitaplarını tavsiye edebilirim. Çağdaş sorunların çözümü için bize iyi fikirler verebilecek kitaplar konusunda kardeşimiz bize elektronik posta atarsa kendisine yardımcı olmaya çalışırız inşallah..
Soru: Dr. Seyit Mustafa Ebu’l Hayr-Mısır - Uluslararası Hukuk Uzmanı
Ehl-i Sünnet ve Şia’nın ümmetin krizlerinin daha da derinleştirmesi noktasındaki rolleri ne olmuştur? Davetçilerin bundaki rolü nedir?
Cevap: Fethi Yeken:
Mezhepçi yaklaşımlar ekini ve nesli yok etmiştir. Kardeşle kardeşi birbirine kırdırmış, iç savaş ve fitneler birçok Arap ve İslam ülkesinde patlak vermiştir. Mezhepçi yaklaşım daima tahripkar ve yıkıcı olmuştur. Bu yaklaşımın yapıcı olması mümkün değildir. Bu yaklaşım hiçbir zaman bir şey inşa etmez, geliştirmez, ilerleme kaydetmez, İslami hareketin hareket alanını genişletmez. Bilakis tersi sonuçlar doğurur.
Irak’ta durumun nasıl olduğunu gözlerimizle görüyoruz; masum insanlar, kadınlar, çocuklar ve gençler hiçbir suçları olmadan öldürülüyorlar. Alt yapı tahrip ediliyor, Irak devletinin dinamikleri yok ediliyor. Buna karşın davetçiler ıslah edici bir rol oynamak istiyorlar. Bunu başkalarından önce kendimiz istememiz gerekir. Mezhepçiliğin bize yabancı olduğunu söylüyor isek, ABD ve İsrail’in bunu kendi çıkarına kullandığı bir araç olduğunu görüyor isek, davetçilerin de bu fitne ateşini söndürme gibi bir rol üslenmeleri gerekir.
Bizim bu alandaki rolümüz, bu mezhebi fitneyi yok etmek, ve sonuçları hakkında uyarmak olmalı. Sünnilerle Şiiler arasında temel konularda hiçbir şekilde ayrılık olmadığını söylemiyorum. Daru’t Takrib’de (Mezheplerarası Yakınlaştırma Müessesesi’nde) yapılan sempozyumların birinde özellikle de karşılıklı çatışma ve karışıklıklara yol açan ihtilaf konularında onlara, “Gerek Sünniler gerekse Şiiler içerisinde patlamaya hazır olan bombanın fitilini bir an evvel söndürmemiz lazım.” dedim.
Mesela sahabeye (Allah onlardan razı olsun) lanet meselesi çatışma yaratan ihtilaf noktalarından biridir. Mezhebi fitnenin uyandırılmasına neden olan ve insanların içindeki negatif duyguları ortaya çıkaran bir unsurdur. Biz onlara şunu söylüyoruz: “Cennetle müjdelenmiş insanlara nasıl lanet ederiz? Buradan başlayalım.” Tabii burada bizim çağrılarımıza kulak veren bir çok insan çıktı ve özellikle Muhammed Hüseyin Fadlullah ve Hasan Nasrallah gibi Hizbullah içerisinde etkin olan Şii merciler Sahabe’ye sebbetmenin haram olduğunu belirten fetvalar yayınladılar.
Biz ayrıca onlardan, Şia’nın kaynak kitaplarında sahabeye lanetle ilgili bölümleri çıkartmalarını istedik. İmam Şehit Hasan el-Benna’nın vefatının kırkıncı gününden itibaren başlayan Mezheplerarası Yakınlaşma Konferansları, bunun ardından Ezher’in düzenlediği konferanslar, ardından İslam Fıkhı Topluluğu (Mecmau’l İslam el-Fıkhi)nun ve zaman zaman Tahran’da düzenlenen Takrip toplantılarının bu noktada olumlu bir rol üslendiği kanaatindeyim. Ümmet içerisindeki fitne ateşinin söndürülmesi noktasında takip edilecek tek mümkün yolun bu olduğunu düşünüyorum.
Soru: Semir-Cezayir/Memur
Sevgili üstadımız, İslami hareketler içerisindeki krizlerin ve sorunların hallinde davetçilerin rolü nedir? Özellikle de aynı safta bulunan insanların birbirleri arasında meydana gelen çatışmaların barışçıl bir şekilde sonuçlanması hususunda özellikle de cihad meydanlarında olan insanlar bu gitgellerin üstesinden nasıl gelebilir? Bu çatışma içerisinde tarafsız bir yönetici neler yapabilir? Üstattan yazmış olduğu eserlerinden referanslar vererek İslami bir perspektifle bizi aydınlatmasını rica ediyoruz.
Cevap: Fethi Yeken:
Bir davetçi ya da birey olarak değil, İslami hareket olarak bu cemaat (İhvan-ı Müslimin) safların birleştirilmesi ve fikri çatışmaların çözümü konusunda tarihi bir rol oynamıştır. Şehit Hasan el-Benna’nın İslami hareketin temelini attığı ilk günden beri, farklı İslami gruplar içerisindeki ihtilafların halli konusunda önemli katkıları olmuştur. O şehit olduğu günde bile bu işle meşguldü. Harekete itirazları olan ulemayı ziyaret eder en güzel bir üslupla onlarla konuşur, ihtilaf alanlarını en aza indirmeye çalışırdı. Sadece Mısır çapında değil aynı zamanda tüm dünya çapında İslami hareketleri birbirine yakınlaştırmak için hareket içerisinde ayrı bir birim kurulmasına öncülük etti. Yazdıkları eserleri bunun kanıtıdır.
Öyleye bu hareket daima iç çatışmalardan kaçınmıştır, kendisine saldırıldığında bu, onun temel prensibidir. (Kulaklarım kötü şeyleri işitmez). En temel ilkesi, en güzel olanla karşılık vermektir. (Bir de bakmışsın aranda düşmanlık olan kişi sıkı bir dost haline gelmiş.) (Fussilet/34) Kendi dışındaki hareketler kendisine dil uzatmasına rağmen başka hareketlerle çatışmalara girerek taban kazanma gibi bir yola tevessül etmemiştir. Bu hareketlerin ismini zikretmek istemiyorum ancak isimlerini Çağdaş İslami hareketlerin önemli bir bölümünün anlatıldığı ‘İslami Hareketler Ansiklopedisi” adlı bir çalışmamda zikrettim. Oraya müracaat edilebilir.
Bizim Lübnan’da Camaat-i İslami’nin ilk ortaya çıkışından bugüne kadarki rolümüz, bir araya getiren ve tefrikaya müsaade etmeyen bir yapıdır. Biz daima, içerisinde yerel renklerdeki birçok İslami hareketlerin bulunduğu İslami cepheler kurmaktaydık. Doğal olarak da bu çerçevedeki son tecrübe, safların birleştirilmesini sağlamaya çalışan İslami Eylem Cephesi’ni kurmak oldu. Buradaki amacımız, söz konusu İslami hareketlerin fitneyle birbirlerine düşmesinin önüne geçmekti.
Bu bizim metodumuzdur, İslami hareketlere davet edenler olarak rolümüz budur. Hareketin liderlerini ve âlimlerini hedef alan birçok fetvaya rağmen bu çevre ve şahıslarla çatışmaya girmekten kaçınmıştır. Hatta tekfir edenler dahi olmuştur, ancak herkes kendinde olanı ortaya koymaktadır. Biz, bizde olan şeyi ortaya koyuyoruz başkaları da kendilerinde olanı ortaya koysunlar. Herkes yaptığından sorumludur.
Soru: Yasin-Cezayir/Memur
Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinize olsun. İslam ümmetinin durumu içler acısı, gittikçe zayıfladığını görüyoruz. Bu davetçilerin etkin bir rol üslenmemesinden ya da ümmetin sorunlarına yeteri kadar önem vermemelerinden mi kaynaklanıyor? Mezhebi ve fikri ekollerle ilgili görüş ayrılıkları mı davetçileri kendi aralarında bölüyor? Acaba yöneticiye karşı çıkmamak adına bu davetçiler arasında gerçek anlamda örneklik teşkil edecek kimsenin bulunmaması, davetçilerin rolünü daha etkin bir şekilde yerine getirmesini engellemiş olabilir mi?
Cevap: Fethi Yeken:
Kimse İslam ümmetinin parçalanma, zaaf ve gerileme içerisinde olduğu, kimlik krizi yaşadığı ve İslami şahsiyetinden uzaklaştığında şüphede değil. Bu nedenle düşmanları da İslami hareketi daha fazla zayıflatma ve parçalamayı istiyor. Davetçiler konusunu ele almadan önce şunu söylemek gerekir ki, yöneticiler bu ümmetin düşmanlarının uydusu konumundalar ve onların planlarını suya düşürmek için mücadele edeceklerine düşmanların planlarını desteklemektedirler.
Şayet yöneticiler, krallar ve liderler İslam’ın düşmanlarına karşı mücadele etme durumunda olsa, Müslümanların yeraltı ve yerüstü servetlerini korusalar, Müslümanların kimliklerine ve şahsiyetlerine sahip çıksalar, durum bundan çok farklı olurdu.
Burada sorumluluk ellerinde çok fazla imkân ve maddi kudret olan yöneticilerdedir. İslam’a savaş açanlar bir toplum ya da sivil topluma bağlı unsurlar değil, sınırsız iktisadi güce sahip olan dünya yöneticileridir. Bir de bunlara Müslümanların içine sızmaya çalışan ve dünya sistemine hizmet eden Arap istihbarat örgütlerini eklemek gerekir.
Burada yöneticilerin rolü ortaya çıkmaktadır. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi yöneticiler kilit bir konuma sahiptir: “Ümmetimden iki sınıf vardır ki ıslah olursa ümmet de ıslah olur, bozulursa ümmet de bozulur. (Onlar) âlimler ve yöneticilerdir.” Davetçiler nasıl olur da sürekli takibata, kovuşturmalara uğrarken, hapislerde çürütülürken bu ümmetin zaaf halinden sorumlu tutulabilir?
Ben bunları, davetçilerin mesuliyetlerini hafifletmek için söylüyor değilim. Ancak söylemek istediğim, sadece davetçilerin çalışmalarının bu ümmetin yeniden eski günlerine dönmesi için yeterli olmayacağıdır. Çünkü davetçilerin bir yılda inşa etmeye çalıştıkları şeyi bu ümmetin yöneticileri bir günde yıkmaktadır.
Bin yapıcının arkasında bir tahripkârın olması yeter bir düşün
Arkasında bin tahripkâr olan yapıcıyı var sen düşün
Manzara önümüzde nettir. Mısır’da olanları ele alalım. Davetçiler sadece yöneticinin hoşuna gitmeyen şeyler konuştu ya da vaazında devletin işine gelmeyen şeyler söyledi diye gözaltına alınıyor, hapisler de çürütülüyor. İstihbarat görevlilerinin gözlerinden uzakta bir yerde toplanmak bile suç sayılıyor. Ama Mısır’da ahlaki, iktisadi ve sosyal fesada, yolsuzluklara sebebiyet verenler, bu ümmetin mallarını çalanlara ise kimse dokunmuyor. Dönüyor ve tekrar diyorum ki bu, davetçilerimizi sorumluluktan kurtarmaz. Davetçiler, davet etme şekillerini gözden geçirmeliler, eskide kalmış davet metotlarını terk etmeli, kendilerini sürekli yenilemeliler. Yaşanan bütün zorluklara karşı etkili olabilecek başka bazı anlatım teknikleri ya da davet metotları bulunabilir. Her durumda söylenecek bir söz vardır.
İslami hareket, gücün sebeplerine sahip olmadığında rejimler onu zor durumda bırakmak için elinden geleni yapmaktadır. Ancak İslami hareketler güce sahip olduklarında yöneticilere bu güçlerini istesinler ya da istemesinler dayatacaktır.
Güce sahip olmayan hakkın hiçbir değeri yoktur. Hasan el-Benna, Müslüman Kardeşler Hareketi’ni kurduğunda bu harekete sembol olarak iki kılıcı ve bir kitabı seçti. Şayet bu sembolden kılıçları çekip alırsanız geriye gücü olmayan bir hakk kalır. Şayet oradaki kitabı (mushafı) çekip alırsanız geriye haksız güç kalır.
Hakla gücün bir arada olması kaçınılmazdır. Sloganı, “Cihad yolumuz, Allah yolunda ölmek en büyük idealimiz”dir olan Müslüman Kardeşler, İngiltere’ye savaş açarak Süveyş Kanalı’nda büyük bir savaşa girmiş, ardından da 1948 yılında Arap ordularıyla birlikte işgalci Yahudi çetelerine karşı savaşmıştır.
Bugün dün gibi değildir. Bugün dünyanın en büyük donanmaları bize karşı savaşıyor. Kıtalararası füzelerin verdiği korku ve dehşetle İslami hareketlere karşı mücadele ediyorlar. Ellerinde kitle imha silahları var. Bizim kimseye saldırmak gibi bir niyetimiz yok. Biz, sadece bize saldırıldığında kendimizi korumak için mücadele ederiz. Bunun dışında tek taraflı saldırmamız söz konusu olamaz. Rahmetli İmam Hasan el-Benna şunları söylemişti: “Biz kendimizi için bir yönetim istemiyoruz. Şayet yönetici, bizim davetimize icabet eder, metodumuzu benimserse biz onun askerleri oluruz. Şayet yüz çevirir ve bize saldırırsa halkımızı kendisinden korumamız ve yönetimi elinden almamızdan başka çare kalmaz.”
İşte İslami hareketin metodu olarak gördüğümüz ve kendisiyle yetiştirildiğimiz temel esaslar bunlardır. 40 yıldır yazmaya ve anlatmaya çalıştığım şeyler de bunlardır.
İmam Hasan el-Benna’nın düşüncesindeki vasatilik, ayet-i kerimede de belirtildiği gibi beşeriyete şahitlik yapan ümmetin vasatiliğidir: “Biz sizi işte böyle, insanlara şahitlik yapasınız, resul de size şahitlik yapsın diye vasat bir ümmet kıldık.” Bu vasatilik, tavizkârlık ya da geri adım atma taraftarı olmak değildir. Müslüman Kardeşler Cemaati’nin anladığı şekildeki vasatilik, beşeriyete ve dünyaya önderlik etmektir, yoksa insanlığın peşinden koşmak ya da İslam ümmetinin insanlık kervanının kuyruğunda gitmesine rıza göstermek demek değildir.
Bu konuda uzun uzadıya konuşmak mümkündür. Bu alanda her bildiğimiz şeyi söylememiz ve medya önünde konuşmamız mümkün değildir.
Soru: Yahya Ali-Yemen- Memur
Allah size uzun ve sağlıklı ömürler versin. Davetçi, mensubu olduğu hareketin düşüncelerini uygulamak zorunda mıdır, yoksa insanlar üzerinde etkili olduğunu düşündüğünde kendi görüşleri doğrultusunda hareket eder mi?
İkinci sorum da şu: Anlaşmazlıklar, fitne ve krizlerle ilgili olarak doğru tavır, tartışmaya girmekten uzak durmak mıdır?
Cevap: Fethi Yeken
Yönetmek itaati gerektirir. Ancak maruf olana itaat edilmeli, masiyete değil. Yaratıcıya karşı isyan eden birine itaat söz konusu olamaz. Üç kişiyseniz biriniz emir olmalıdır. Şayet kendi rızamızla harekete girmiş ve üye olmayı kabul etmişsek, bu, bizim bu hareketin metodunu doğru bulduğumuz anlamına gelir. Bu durumda da hareketin genel ilkelerine ya da yöneticilerine karşı gelmek ya da ilkelerine ters bir harekette bulunmak doğru olmaz. Ancak üzerinde tam bir ittifakın olmadığı şer’i hükümlerle ilgili olarak tercihte bulunabiliriz. Bu konudaki kanaatimizi de mutlaka hareketle paylaşmalıyız. Böylece daha sonraki sorumluluğu üslenmiş olur.
Öyleyse masiyet haricinde hareketin ilkelerine bağlılık göstermek şarttır. Bu birinci sorunun cevabıydı.
İkinci soruya gelirsek, fitne, müşkül durumlar ve krizlerle ilgili olarak daima tutumuzu gözden geçirmeli, şer’î hükümlerin caiz gördüğü hususlarda kriz ve fitnelerden uzak kalmak yerine tersine soruna yakından bakabilmeli ve bu sorunları çözümlemenin yollarını aramalıyız. Belki de bu soruna doğru bir çözüm önerisi getirmemiz mümkün olacak. Ancak bu sorunlardan kaçış, çözümü zorlaştırıp içinden çıkılmaz bir hal almasına neden olabilir.
Sonra, Peygamberimizin şu hadis-i şerifini nasıl anlamamız gerekiyor?: “Müslümanların işlerine önem vermeyen bizden değildir.” Davetçiler doktorlar gibi hastanelere yakın yaşamaları gereken ve bu hastanelerde kendilerine ait bir muayenehanesi bulunan insanlardır. Hastaları tedavi etmeli, onları ameliyat odasına sokmalıdır. Davetçiler insanların işleriyle yakından alakadar olan insanlardır. Çözümler üretirler, insanların krizlerden çıkmaları için gerekli tedavi şekillerini öngörür ve uygularlar.
|