Fatımatü'z-Zehra (a.s), en büyük Peygamber'in (s.a.a) kızı ve ilk imamın, eşsiz kahramanın eşidir. İmamet tarihinin en kanlı zulümlerine maruz kalan iki imamın annesidir. Fatıma (a.s), son risaletin parlayan aydınlık yüzüdür. Dünya kadınlarının efendisidir. Tertemiz sülâlenin emanet edildiği temiz barınak, Hz. Resul'ün (s.a.a) soyunun yeşerdiği mümbit mekândır. (Allah'ın selâmı hepsinin üzerine olsun.)
Onun hayat hikâyesi, risalet tarihiyle paralellik arz etmektedir. Çünkü hicretten sekiz yol önce dünyaya geldi ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) vefatından birkaç ay sonra da vefat etti.
Hz. Peygamber (s.a.a) Kur'ân'da izlenen çizgiye uyarak tertemiz Zehra'nın büyük makamına işaret etmiş, onun risalet sürecinde öncü konumuna ulaştığını vurgulamıştır. Kur'ân-ı Kerim genelde vahiy Ehl-i Beyti'nin (a.s), özelde Fatımatü'z-Zehra'nın (a.s) faziletlerine ve üstünlüklerine sık sık dikkat çekmiştir.
Kur'ân Ayetlerinde Fatıma (a.s)
Kur'ân-ı Kerim, bazı insanları övmüş, konumlarına ve hak uğruna yaptıkları fedakârlığa yönelik bir onurlandırma olarak gece gündüz okunan ayetlerinde onlardan söz ederek hatıralarını ölümsüzleştirmiştir.
Yüce Allah'ın, ulu kitabında özel olarak andığı, üstün konumlarına ve faziletlerine değindiği kimseler arasında Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyti de vardır. Tarihçiler ve tefsir bilginleri, birçok ayetlerin onları övmek üzere indiklerini söylemişlerdir. Ayrıca birçok surede, hayat çizgilerinin doğruluğunun, karakterlerinin güzelliğinin bir göstergesi olarak onlardan övgüyle söz edilmiş ve insanlara, onları örnek almalarına ilişkin bir çağrı yöneltilmiştir.
1- Risalet Kevseri Hz. Zehra (a.s)
Kevser; bol hayır demektir. Dolayısıyla bu kavram, yüce Allah'ın peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.a) bahşettiği bütün nimetleri kapsamaktadır. Fakat Kevser Suresi'nin son ayetiyle birlikte surenin iniş sebebine ilişkin açıklamalar içeren rivayetleri ele aldığımız zaman, bu bol hayrın, neslin çokluğu ve devamıyla ilgili olduğunu açık bir şekilde görürüz. Bütün dünya, Hz. Peygamber'in (s.a.a) neslinin kızı Fatımatü'z-Zehra aracılığıyla devam ettiğini biliyor. Resulullah'ın (s.a.a) birçok hadisinde de buna açıkça işaret edilmiştir.
Müfessirler bu bağlamda şöyle bir olayı rivayet ederler: "As b. Vail, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerine şunları söylüyordu: Muhammed'in soyu kesiktir; kendisinden sonra yerine geçecek oğlu yoktur; o öldüğü zaman kimse ondan söz etmeyecek ve siz de ondan kurtulmuş olacaksınız."İbn Abbas'ın ve müfessirlerin genelinin görüşü budur.
Fahreddin er-Razî, müfessirlerin "Kevser" kelimesinin anlamı hakkında ihtilâf ettiklerini söylemesine rağmen, şunu da ifade etmektedir:
"Üçüncü görüş: Kevser; evlâtların çok olması demektir... Çünkü bu sure, Peygamberimizin (s.a.a) erkek çocuklarının olmamasını bir kusur olarak görenlere cevap mahiyetinde nazil olmuştur. Dolayısıyla kastedilen anlam şudur: Allah ona bir nesil verecek ve bu nesil zaman durdukça devam edecektir."
Sonra şunları söyler: "Şöyle bir bakın! Ehl-i Beyt'ten nicesi öldürüldü?! Bununla beraber dünya Hz. Resul'ün (s.a.a) soyuyla doludur. Peki Ümeyyeoğulları'ndan geriye fark edilen kimse kaldı mı?! Bakın bakalım! Oysa Ehl-i Beyt arasında Bâkır, Sadık, Kâzım, Rıza ve Nefs-i Zekiye gibi nice büyük âlimler var!"
Mübahele (Lânetleşme) Ayeti, Hasan ve Hüseyin'in Hz. Peygamber'in (s.a.a) oğulları olduklarını göstermektedir. Öte yandan Peygamberimizden (s.a.a) aktarılan çok sayıdaki rivayette, yüce Allah'ın bütün peygamberlerin zürriyetlerini, onların kendi sulbünden var ettiği, son Peygamber'in (s.a.a) zürriyetini ise Ali b. Ebu Talib'in (a.s) sulbünden var ettiği vurgulanmaktadır. Sahih hadis kaynaklarında Peygamberimizin (s.a.a) Hasan b. Ali (a.s) hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Şu benim oğlum seyyittir. Belki de Allah onun aracılığıyla iki büyük grubu barıştıracaktır."
2- İnsân Suresi'nde Hz. Zehra (a.s)
Hasan ve Hüseyin hastalanmışlardı. Hz. Resulullah (s.a.a) birtakım insanlarla beraber onlara hasta ziyaretinde bulundu. Dediler ki: "Ey Ebu'l-Hasan! İki oğlunun iyileşmesi için bir adak adasan olmaz mı?" Bunun üzerine Ali, Fatıma ve Fizze (cariyeleri), Hasan ve Hüseyin iyileşecek olurlarsa üç gün oruç tutacaklarını adadılar. Derken Hasan ve Hüseyin iyileştiler. Ancak evde yiyecek bir şeyleri yoktu. Ali (a.s) Hayber Yahudilerinden Şem'un'dan üç sa' arpa borç aldı. Fatıma (a.s) bir sa'ını öğüttü. Sonra bundan aile fertlerinin sayısı kadar beş ekmek yaptı. İftarlarını açmak üzere ekmekleri önlerine koydular. Tam o sırada bir dilenci kapıya geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammed'in Ehl-i Beyti! Selâm üzerinize olsun. Ben bir Müslüman yoksulum. Bana bir şeyler yedirin ki, Allah da size cennet sofralarından yedirsin." Bunun üzerine yiyeceklerini ona verdiler ve içtikleri sudan başka hiçbir şey yemeden sabahladılar ve ertesi günü de oruçlu geçirdiler. Akşam olup yemeği önlerine koydukları zaman, kapılarına bir yetim geldi. Bu sefer yiyeceklerini ona verdiler. Üçüncü günde de kapılarına bir esir geldi. Ona da diğerlerine yaptıkları gibi muamele gösterdiler. Sabah olunca, Ali (a.s) Hasan ve Hüseyin'in elinden tutarak Resulullah'ın (s.a.a) yanına götürdü. Resulullah (s.a.a) onların açlıktan kuş yavrusu gibi titrediklerini görünce, şöyle dedi: "Sizin bu hâlinizin beni ne kadar da etkiledi, rahatsız etti!" Hemen kalktı ve onlarla birlikte Fatıma'nın yanına gitti. Fatıma mihrabında karnı sırtına yapışmış hâldeydi. Gözleri kaymıştı. Bu durum Hz. Peygamber'i (s.a.a) çok etkiledi. Bu sırada Cebrail geldi ve şöyle dedi: "Al bu sureyi, ey Muhammed! Rabbin Ehl-i Beyt'inden dolayı seni kutluyor." Ardından sureyi okudu.
Şu hâlde Fatıma (a.s), yüce Allah'ın, kâfur kokulu kaselerden içen iyilerden olduğuna, verdikleri sözü tutan, kötülüğü kapsayıcı olan bir günden korkan, isteği olmasına rağmen yiyeceğini başkalarına veren, kendi ihtiyaçları olmasına rağmen başkalarını kendilerine tercih eden... sırf Allah rızası için yoksulları yediren, onlardan bir karşılık veya teşekkür beklemeyen... Allah için her türlü zorluğa sabreden... Allah'ın, kendilerini bu haşin ve şiddetli günün şerrinden koruduğu... kendilerini sevinç ve neşeyle karşıladığı, sabretmelerinden dolayı kendilerine cennet ve ipekler bahşettiği... kimselerden olduğuna tanıklık ettiği biridir.
3- Tathir Ayeti'nde Hz. Zehra (a.s)
Hz. Peygamber (s.a.a) Ümmü Seleme'nin (r.a) evinde bulunduğu bir sırada, Tathir Ayeti nazil oldu. Torunları Hasan ve Hüseyin'i bağrına basmış, babalarını ve annelerini yanına almış ve bir örtünün altına girmişlerdi. Böyle yapmakla Hz. Peygamber (s.a.a) onları diğerlerinden ve eşlerinden ayırmış oluyordu. Onlar bu hâlde iken Tathir Ayeti nazil oldu: "Allah ancak siz Ehl-i Beyt'ten her türlü günahı uzak tutmak ve sizi tertemiz kılmak ister." Hz. Peygamber (s.a.a) ayetin sırf onlara özgü olduğunu belirtmek hususunda bununla da yetinmedi, ellerini örtünün altından çıkarıp göğe doğru açtı ve şöyle dedi: "Allah'ım! İşte bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Kötülüğü ve günahı onlardan uzak tut ve onları tertemiz kıl." Peygamberimiz (s.a.a) bu sözleri tekrarlarken Ümmü Seleme de bakıyordu. Ümmü Seleme de örtünün altına girmek istedi ve "Ben de sizinle beraber miyim ya Resulallah?" dedi. Peygamberimiz (s.a.a) elinden tutup engelledi ve şöyle dedi: "Hayır, ancak sen hayır üzeresin."
Bu ayetin inişinden sonra Hz. Peygamber (s.a.a) sabah namazı için mescide gittiği zaman Fatıma'nın (a.s) evinin önünden geçer ve şöyle seslenirdi: "Namaz...! Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak siz Ehl-i Beyt'ten her türlü günahı uzak tutmak ve sizi tertemiz kılmak ister." Peygamberimiz (s.a.a) altı veya sekiz ay boyunca bunu tekrarladı.
Bu mübarek ayet, Ehl-i Beyt'in günahlardan masum olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü ayetin orijinalinde geçen "er-rics" kelimesi, günah demektir. Ayrıca ayet, sınırlandırma, hasretme anlamını ifade eden "innema" edatıyla başlıyor. Bu da gösteriyor ki, yüce Allah'ın onlarla ilgili iradesi, sırf onlardan günahın uzak tutulmasına ve onların günahlardan tertemiz kılınmasına özgüdür. Bu da masumiyetin özü ve hakikatidir. Nebhanî bu yorumu, gayet açık bir ifadeyle Taberî'nin tefsirinden derlemiştir.
4- Zehra (a.s) Sevgisi Peygamberliğin Ücretidir
Cabir rivayet eder: Bir bedevî Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanına geldi ve dedi ki: "Ey Muhammed! Bana İslâm'ı anlat." Buyurdu ki: "Tek ve ortaksız Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna şahadet etmektir İslâm." Dedi ki: "Bunu bana göstermenin karşılığında benden bir ücret istiyor musun?"
Buyurdu ki: "Hayır, sadece akrabaları sevmeni istiyorum." Dedi ki: "Benim akrabalarımı, yoksa senin akrabalarını mı?" Buyurdu ki: "Benim akrabalarımı." Dedi ki: "O zaman gel, sana bu hususta biat edeyim. Seni ve senin akrabalarını sevmeyene Allah lânet etsin." Peygamberimiz (s.a.a) de, "Amin!" dedi.
Mücahid, bu sevgiyi, Resulullah'a (s.a.a) tâbi olmak, onu tasdik etmek ve onun akrabalarıyla ilişkiyi sürdürmek şeklinde tefsir etmiştir. İbn Abbas ise, Hz. Peygamber'in (s.a.a) akrabalarına yönelik sevgiyi korumak olarak açıklamıştır.
Zemahşerî der ki: Bu ayet nazil olduğu zaman, insanlar dediler ki: "Ya Resulallah! Sevmekle yükümlü olduğumuz akrabaların kimlerdir?" Buyurdu ki: "Ali, Fatıma ve onların iki oğlu."
5- Mübahele (Lânetleşme) Ayeti'nde Hz. Zehra (a.s)
İslâm kıblesine mensup (ehl-i kıble) bütün gruplar, hatta Haricîler;, Hz. Peygamber'in (s.a.a) lânetleşmeye giderken kadınlardan sadece kendisinden bir parça olan Fatıma'yı (a.s), oğullardan sadece iki torunu ve iki gülü Hasan ve Hüseyin'i, kendi olarak da kendisinin yanında Harun'un Musa yanındaki konumuna eş bir konumda olan kardeşi Ali'yi (a.s) çağırdığı hususunda görüş birliği içindedirler. Dolayısıyla zorunlu olarak bu ayette kastedilen kimseler, isimleri sayılan bu kimselerden başkası olamaz. Bunu inkâr etmek de mümkün değildir ve dünyada hiç kimse onların bu onuruna ortak değildir. Müslümanların tarihini inceleyen herkes bu apaçık gerçeği görür, ayetin özel olarak bunlar hakkında indiğini anlar.
Hz. Peygamber (s.a.a) Necran Hıristiyanlarıyla lânetleşmeye bu isimleri sayılanları beraberinde götürmüş ve Necran Hıristiyanlarını yenilgiye uğratmıştı. Peygamber'in (s.a.a) eşleri olan müminlerin anneleri o zaman Peygamber'in (s.a.a) evlerindeydiler. Peygamberimiz (s.a.a) hiçbir tanesini çağırmamıştı. Ayrıca babasının kız kardeşi olan Safiyye'yi de çağırmamıştı. Amcasının kızı olan Ümmü Hani'yi de çağırmamıştı. Ayrıca üç halifenin eşlerinden veya muhacir ve ensardan, hiçbir kimseyi davet etmemişti.
Peygamberimiz (s.a.a) cennet gençlerinin bu iki efendisinden başka Haşimoğulları'ndan ve sahabe çocuklarından hiç kimseyi götürmemişti lânetleşmeye. Aynı zamanda Ali ile beraber yakın aşiretinden hiç kimseyi davet etmemişti. İlk Müslümanlardan kimseyi götürmemişti. Râzî'nin tefsirinde söylediği gibi, üzerinde siyah kıldan bir örtü olduğu hâlde Necran Hıristiyanlarıyla buluşmaya gitmişti. Hüseyin'i kucağına almış, Hasan'ın da elinden tutmuştu. Fatıma arkasında, Ali de Fatıma'nın arkasında yürüyordu. Peygamberimiz (s.a.a) şöyle diyordu: "Ben dua ettiğim zaman, siz, amin, deyin." Bu manzarayı gören, Necran papazı şöyle dedi: "Ey Hıristiyanlar topluluğu! Burada öyle yüzler görüyorum ki, eğer Allah'tan dağları yok etmesini isteseler, Allah dağları yerinden söküp atar. Bunlarla lânetleşmeyin, yoksa helâk olursunuz ve kıyamet gününe kadar yeryüzünde bir tek Hıristiyan kalmaz."
Râzî, bu hadiseyi aktardıktan sonra şöyle der: "Bu ayet, Hasan ve Hüseyin'in, Peygamber'in (s.a.a) oğulları olduklarına delâlet eder. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) oğullarını çağıracağını söylemiş ve ardından Hasan ve Hüseyin'i çağırmış. Bu da onların Hz. Peygamber'in (s.a.a) oğulları olmalarını gerektirir."
Ehl-i Beyt'i Tanıtması
1- Hz. Fatıma'dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a) ona hitaben der ki: "Seni, Müslümanların ilkiyle ve ilim bakımından en büyüğüyle evlendirmeme razı değil misin? Şüphesiz Meryem, kavminin kadınlarının efendisi olduğu gibi, sen de dünya kadınlarının efendisisin."
2- Yezid, Abdulmelik en-Nefeli'den, o babasından, o da dedesinden şöyle rivayet eder: "Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'nın evine gittim. İlkönce o selâm vererek söze başladı ve dedi ki: Babam hayattayken şöyle demişti: Kim üç gün bana ve sana selâm verirse, ona cennet vardır." Ravi der ki: "Fatıma'ya (a.s) dedim ki: 'Bu durum, onun ve senin hayatta olduğunuz dönem için mi geçerlidir, yoksa sizin ölümünüzden sonra da geçerli midir?' Dedi ki: Hem biz yaşarken, hem de biz öldükten sonra geçerlidir."
3- Hz. Fatıma (r.a) şöyle der: "Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanına geldim ve 'Selâm üzerine olsun, ey babacığım!' dedim. Buyurdu ki: 'Selâm senin de üzerine olsun, kızım!' Dedim ki: Allah'a yemin ederim ki, ey Allah'ın Peygamber'i (s.a.a) Ali'nin evinde bir yemek tanesi dahi sabahlamamıştır. Beş günden beri ağzından bir yiyecek geçmemiştir. Koyunu ve devesi de yoktur. Evinde yiyecek ve içecek hiçbir şey yoktur."
"Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle dedi: 'Yaklaş bana.' Yaklaştım. Dedi ki: 'Elini elbisemin içinde sırtıma götür.' Baktım, Peygamber'in omuzlarının arasında göğsüne bağlanmış bir taş var."
Bunu gören Fatıma feryat eder. Peygamber (s.a.a) ona şöyle der: "Bir aydan beri Muhammed'in ailesinin evlerinde yemek pişirmek için ateş yanmamıştır."
Sonra Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle der: "O, Hayber'in kapısını kaldırırken yirmi küsur yaşındaydı. Bu kapıyı elli kişi yerinden kaldıramamıştı."
Bu sözü duyan Fatıma'nın yüzü parladı, sonra Ali'nin yanına geldi. Birden ev Fatıma'nın yüzünün nuruyla aydınlandı. Ali ona şöyle dedi: "Ey Muhammed'in kızı! Sen buradan giderken yüzün böyle parlamıyordu?" Dedi ki: "Hz. Peygamber (s.a.a) bana senin faziletini anlattı. Bu yüzden bir an önce gelip sana anlatmak için kendimi tutamadım."
4- Esma bint-i Umeys, Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'dan (a.s) rivayet eder: "Bir gün Resulullah (s.a.a) bana gelerek dedi ki: 'Nerede oğullarım, Hasan ve Hüseyin?' Fatıma dedi ki: 'Sabahleyin uyandığımızda, evimizde tadılacak hiçbir şey yoktu. Biz yine de Allah'a hamd ediyoruz. Fakat Ali dedi ki': Onları götüreyim. Çünkü açlıktan dolayı senin yanında ağlamalarından korkuyorum ki, senin de onlara verecek bir şeyin yok.' Ali onları bir Yahudi'nin yanına götürdü.' Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) gittikleri yere yöneldi. Hasan ve Hüseyin'in bir subaşında oynadıklarını gördü. Ellerinde bir hurma artığı vardı. Resulullah (s.a.a) dedi ki: 'Ya Ali! Sıcaklık iyice kızışmadan oğullarımı geri getirsen olmaz mı?' Ali dedi ki: 'Sabah kalktığımızda evimizde hiçbir şey yoktu. Ya Resulallah! Biraz otursan, ben de Fatıma için bir miktar hurma toplasam olmaz mı?' Resulullah (s.a.a) oturdu. Ali (a.s) bir hurma tanesine karşılık bir kova hurma toplamak üzere Yahudi'nin hurma ağaçlarını silkeliyordu. Nihayet bir miktar hurma topladı. Resulullah (s.a.a) ve Ali (a.s) hurmaları alıp gittiler."
Hz. Fatıma (a.s), babasından birçok hadis aldı. Bunların bir kısmını dinlemiş, bir kısmını da bizzat babası ona yazdırmıştı. Nitekim oğulları Hasan ve Hüseyin, kocası Ali, torunu Fatıma bint-i Hüseyin -mürsel olarak-, Aişe, Ümmü Seleme, Enes b. Malik, Selma Ümmü Rafi' -Allah onlardan razı olsun- ondan bu hadisleri nakletmişlerdir.
5- Hz. Fatıma'dan (a.s) rivayet edilen uzun bir hadis kapsamında şöyle diyor: "Ya Resulallah! Selman benim elbisemi görüp şaşırdı. Seni hak üzere peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, benim ve Ali'nin beş seneden beri bir koç postundan başka bir şeyimiz yoktur. Gündüzleri onun üstünde devemize yemini veriyoruz, geceleri de döşek yapıp üstünde uyuyoruz. Yastığımız deridir ve içini hurma lifiyle doldurmuşuz." Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey Selman! Hiç şüphesiz benim kızım, en öndeki kafilenin içindedir."
6- Ali'nin kızı Zeynep, Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'dan (a.s) rivayet eder: "Resulullah (s.a.a) Ali'ye (a.s) dedi ki: Ey Ali! Sen ve Şian, cennettesiniz."
7- Fatıma'dan (a.s) rivayet edilir ki, bir gün Resulullah'ın (s.a.a) yanına gider. Resulullah (s.a.a) oturması için bir elbise serer ve şöyle der: "Üzerine otur." Sonra Hasan gelir, ona da, "Annenin yanına otur." der. Arkasından Hüseyin gelir, ona da, "Onların yanına otur." der. Sonra Ali gelir, ona da, "Onların yanına otur." der. Sonra Peygamber (s.a.a) örtünün uçlarından tutar, onlara iyice sarar ve der ki: "Allah'ım! Onlar benden, ben de onlardanım. Allah'ım! Ben onlardan razı olduğum gibi, sen de onlardan razı ol."
8- Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Resulullah (s.a.a) bana dedi ki: Sana bir müjde vereyim mi? Allah cennette bir velisinin eşine armağan sunmak istediği zaman, sana birini gönderir ki, ona ziynetinden gönderesin."
9- İmam Rıza babası Musa b. Cafer'den, o babası Cafer b. Muhammed'den, o babası Muhammed b. Ali'den, o babası Ali b. Hüseyin'den, o babası Hüseyin'den, o da Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'dan (a.s) rivayet eder ki: "Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: Ben kimin velisi isem, Ali de onun velisidir. Ben kimin imamıysam, Ali de onun imamıdır."
10- Seyyid Muhammed el-Gumarî eş-Şafiî kendi kitabında, Fatıma bint-i Hüseyin er-Razavî'den, o Fatıma bint-i Muhammed er-Razavî'den, o Fatıma bint-i İbrahim er-Razavî'den, o Fatıma bint-i Hasan er-Razavî'den, o Fatıma bint-i Muhammed el-Musavî'den, o Fatıma bint-i Abdullah el-Alevî'den, o Fatıma bint-i Hasan el-Hüseynî'den, o Fatıma bint-i Ebî Haşim el-Hüseynî'den, o Fatıma bint-i Muhammed b. Ahmed b. Musa el-Muberka'dan, o Fatıma bint-i Ahmed b. Musa el-Muberka'dan, o Fatıma bint-i Musa el-Muberka'dan, o Fatıma bint-i'l-İmam Ebi'l-Hasan er-Rıza'dan (a.s), o Fatıma bint-i Musa b. Cafer'den (a.s), o Fatıma bint-i Cafer b. Muhammed es-Sadık'tan (a.s), o Fatıma bint-i Muhammed b. Ali el-Bâkır'dan (a.s), o Fatıma bint-i Seccad Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'den (a.s), o Fatıma bint-i Ebî Abdullah Hüseyin'den, o Zeyneb bint-i Emirü'l-Müminin'den (a.s), o Fatıma bint-i Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivayet eder: "Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: Haberiniz olsun! Kim Muhammed'in Ehl-i Beyti'ni seviyorken ölürse, şehit olarak ölür."
11- Harise b. Kudame rivayet eder: Bana Selman anlattı ki, Ammar ona şöyle demiş: "Sana acayip bir olayı anlatayım mı?" "Anlat, ey Ammar!" dedim. "Evet." dedi, "Bir gün Ali b. Ebu Talib'in (a.s) Fatıma'nın (a.s) yanına gittiğini gördüm. Fatıma (a.s) onu görünce seslendi: 'Yaklaş, bugüne kadar olanı, olacakları ve kıyamete kadar olmayacakları anlatayım.' Ammar der ki: "Baktım, Emirü'l-Müminin (a.s) geri dönüp geliyor. Onun dönmesiyle ben de döndüm. Baktım, Resulullah'ın (s.a.a) yanına gitti. Resulullah (s.a.a) ona dedi ki: 'Yaklaş, ey Ebu'l-Hasan!' Ali yaklaştı. Oturunca, dedi ki: 'Sen mi anlatacaksın, yoksa ben mi anlatayım?' Dedi ki: 'Senin anlatman daha iyidir ya Resulallah!' Dedi ki: 'Bana öyle geliyor ki, sen Fatıma'nın yanına gittin, o da sana şöyle şöyle anlattı ve sen de geri döndün.' Ali (a.s) şöyle dedi: 'Fatıma'nın nuru bizim nurumuzdan mıdır?' Buyurdu ki: 'Bunu bilmiyor muydun?" Bunun üzerine Ali Allah'a şükür maksadıyla secdeye kapandı."
Ammar der ki: "Emirü'l-Müminin (a.s) dışarı çıktı, ben de onunla birlikte dışarı çıktım. Fatıma'nın (a.s) yanına gitti, ben de onunla birlikte eve girdim. Fatıma şöyle dedi: 'Bana öyle geliyor ki, sen babamın yanına döndün, benim sana söylediklerimi ona anlattın?' 'Evet, öyle yaptım ey Fatıma!' Fatıma dedi ki: Bil ki, ey Ebu'l-Hasan! Yüce Allah benim nurumu yarattı. Benim nurum yüce Allah'ı tesbih ediyordu. Sonra onu cennetteki ağaçlardan birine koydu. Ağaç benim nurumdan parlamaya başladı. Babam cennete girince, Allah ona vahyetti ki, o ağacın meyvesinden kopar ve ye. Babam söyleneni yaptı. Böylece Allah beni babamın sulbüne yerleştirdi. Sonra beni Hatice bint-i Huveylid'e emanet etti ve o da beni doğurup dünyaya getirdi. İşte ben o nurdanım. Bu güne kadar olanları ve olacakları ve olmayanları bilirim. Ey Ebu'l-Hasan! Mümin Allah'ın nuruyla bakar."
12- Ebu Tufeyl, Ebuzer'in (r.a) şöyle dediğini anlatır: Fatıma'nın (a.s) şöyle dediğini duydum: "Babama, 'A'raf üzerinde herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır.' ayetini (s.a.a) sordum. Buyurdu ki: Onlar, benden sonraki imamlardır: Ali, iki torunum ve Hüseyin'in soyundan gelen dokuz kişi. Onlar Araf'taki adamlardır. Onların tanıdıkları ve onları tanıyan kimselerden başkası cennete giremez. Onların tanımadıkları ve onları tanımayan, inkâr eden kimselerden başkası da cehenneme girmez. Allah, ancak onları tanımanın yoluyla tanınır, bilinir."
13- Sa'd es-Saidî babasından şöyle rivayet eder: "Fatıma'ya (a.s) imamlar hakkında bir soru sordum. Dedi ki: Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum: Benden sonraki imamların sayısı, İsrailoğulları'ndan seçilen nakiplerin sayısı kadardır."
www.bilgekadın.com |