MUSA AYDIN
FIKHÎ HÜKÜMLER AÇISINDAN KADIN VE ERKEK ARASINDAKİ FARKLILIKLAR VE HİKMETLERİ
İslâm dinine göre kadın ve erkek, insan olma hasebiyle eşit yaratılmış, tekâmül ve fikrî ilerleme konusunda aralarında herhangi bir fark gözetilmemiştir. Ancak fizikî farklılıklardan ve sosyal statü açısından aralarında birtakım doğal farklılıklar vardır. Bunun için de insan sosyolojisi ve psikolojisini dikkate alarak hüküm teşri eden İslâm dini, farklılaşan konularda farklı hükümler vermiştir. Bu konulara kısmen ışık tutabilmek için bazı konuları izah ederek anahtar düşünceyi oluşturmaya çalışacağız. Genişçe araştırmak da okuyucularımıza düşmektedir. Bu konuyla ilgili en geniş ve doyurucu bilgileri, Şehit Murtaza Mutahharî'nin "KADIN" isimli eserinde bulabilirler.
İslâm fıkhında çoğu hükümlerde kadın ve erkek arasında herhangi bir fark söz konusu değildir. Ancak çok az bir bölümünde bazı farklılıklar mevcuttur ki, bunların da her birisinin kendine göre sebebi, felsefesi ve hikmeti vardır.
Bunların büyük bir kısmının felsefe ve hikmeti açıklanmıştır; ancak bazılarının felsefesi henüz açıklık kazanmamıştır. Fakat bunlar hikmet sahibi Hak Tealâ'dan sadır olduğu için biz, onların mutlaka bir hikmetinin bulunduğunu, ne var ki bazı nedenlerden dolayı bize açıklanmadığını veya açıklanıp da bizim elimize ulaşmadığını bildiğimiz için, onlara teslim olup amel etmekle mükellefiz.
1-BULÛĞ VE MÜKELLEFİYET ÇAĞI:
Kadın ve erkek arasında hüküm açısından söz konusu olan ilk farklılık, ergenlik (bulûğ) ve mükellefiyet çağına erme konusundadır. Bu konuda belirlenen sınır, kız çocuklarında on yaşına, erkekte ise on altı yaşına girişin ilk günüdür. (Tabiî yaş hesaplanmasında Hicrî Kamerî yılı esas alınmalıdır.)
Hükmün Felsefesi: Bu konuda iki hususu dikkate aldığımızda konu aydınlığa kavuşacaktır:
a) Dalında uzman olan bilim adamlarının da teyit ettiği gibi, kız çocuklarının büyüme, gelişme ve birçok fiziksel ve ruhsal yönlerden olgunlaşmasının, erkek çocuklardan daha önce gerçekleştiği sabittir. Bu yüzden sorumluluk (teklif) kabul etmeye erkeklerden daha çabuk müsait duruma gelirler.
b) Bu konuda dikkate alınması gereken bir başka husus ise, manevî tekâmül, seyr ve sülûk konusudur.
Kadınlar, doğurgan olmaları hasebiyle her ay belli bir süre âdet dönemi geçirirler. Şer'î açıdan bu süre içerisinde birtakım ibadet ve ameller onlara farz olmaktan çıkar. Kadının kendi iradesi dışında doğası gereği gerçekleşen bu durumda, manevî yolculukta bu ibadet ve amellerin terkinden doğan boşluk telafi edilebilmelidir ki, seyr ve sülûkta geri kalmasın. Bu yüzden erkekten daha önce bu yolculuğa başlamalı ki, söz konusu boşluğu telafi edebilsin ve manevî yarışta geri kalmasın. Eğer onun bu manevî eksikliği bir biçimde telafi edilmeseydi, bu bir nevi haksızlık olurdu. Bu yüzden erkekten önce başlayan bu mükellefiyet süresi, kadının bu manevî boşluğunu ve eksikliğini telafi eder. Evet, işe maddî gözle değil, manevî değerler açısından bakan kimse, aslında bunun kadınlar için bir ayrıcalık ve onların lehinde alınan İlâhî bir karar olduğunu teslim eder.
(Elbette eğer kız çocuğu mükellefiyetinin ilk yıllarında bazı teklifleri (oruç gibi) yerine getirmekten âciz olursa, o zaman her konuda olduğu gibi, zaruret gereği, farz hükmü duruma göre kalkar veya hafifler.)
2- İÇTİHAT VE TAKLİT:
İslâm'da kadının ilim ve marifet talebine hiçbir engel ve kısıtlama getirilmediği gibi sürekli teşvik edilmiştir.
Kur'ân ve hadislere aşina olan herkes bunu açıkça görebilir. Biz sadece bir örnek veriyoruz.
Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: "İlim talep etmek, her Müslüman erkek ve kadına bir farizadır."[1]
Evet; kadın, ilim ve marifet talebinde en zirve noktaya kadar ilerleyebilir. Bugün İslâmî ilimlerde, en uç nokta olarak bilinen içtihat derecesine kadar ilerleyerek bir müçtehit bile olabilir. Hatta içtihat mertebesine ulaşan bir kadının, erkek müçtehitler gibi, başka bir müçtehide taklit etmesi caiz değildir ve kendi fetvalarına amel etmesi farzdır.
Fakat kadın ile erkek arasında bu hususta söz konusu olan tek fark şudur ki, İslâm, kadını taklit mercii olma sorumluluğundan muaf tutmuştur. Yani müçtehit bir kadın, başkalarının fetva mercii olamaz; başkaları ona taklit edemez.
Bu farklılık, kadının düşüncelerinin tutarsızlığı veya onda olan bir eksikliğin ifadesi değildir. Böyle olsaydı, kadının kendi fetvalarına amel etmesi de caiz olmazdı. Bu durum, tamamen kadının sahip olduğu özel fiziksel yapı ve doğasına has birtakım şartlardan kaynaklanmaktadır.
Şöyle ki, İslâm'da mercilik bir anlama, ilmî öncülüğün yanı sıra dinî ve içtimaî bir önderliğin de ifadesidir. Bu ise, özel birtakım şartları ve özellikleri gerektiren oldukça ağır bir görevdir. Hatta erkekler arasından bile nadir kişilerin kaldırabileceği bir sorumluluktur. Bu görev, duygusallıklardan uzak, cesaret, tedbir, atılganlık, soğukkanlılık, zamanın ve mekânın şartlarını en iyi şekilde bilmek gibi birçok önemli özellikler gerektiren bir görevdir. Öte yandan böyle ağır bir görevi üstlenen kimse, görevi gereği sürekli toplumla, değişik çevrelerle ve insanlarla ilişkide olup onlarla haşır-neşir olması gerekir. Bu saydıklarımız ve diğer birçok hususu dikkate aldığımızda, bazı tabiî özellikleri ve şer'î mükellefiyetleri açısından kadınların böyle ağır bir görevi üstlenebilmelerinin imkânsız veya oldukça zor bir görev olduğunu göreceğiz.
Zira kadınlarda, insanlığın ve yaradılış düzeninin bir zarureti gereği, duygusallık yönü ağır basmaktadır. Bu yüzden tedbir ve soğukkanlılık isteyen bu görevde istenen başarıyı gösterebilmesi mümkün değildir. Öte yandan İslâmî açıdan toplumsal ilişkilerde belli sınırlara riayet etmesi gereken bir kadının, sürekli insanlarla haşır-neşir olması ve dolayısıyla toplumda cereyan eden durumlardan gereği gibi haberdar olması beklenemez. Böyle olunca da vazifesini doğru düzgün ifa edebilmesi de mümkün değildir.
İşte görüldüğü gibi, kadınlara bu görevin verilmemesi, aslında onlar için zor ve meşakkatli bir durum arz eden bir mesuliyetten muaf tutulmaları demektir. Aynı, ağır bir vazife olan cihattan muaf tutuldukları gibi.
3- YARGIÇLIK:
İslâm'da kadılık ve yargılama yetkisi kadına verilmemiştir. Kadı ve yargıcın erkek olması şarttır.
Bunun felsefesi ise, diğer bazı ağır görevler gibi bu görevin de, kadının yapısı ve karakteriyle bağdaşmamasından kaynaklanmaktadır. Evet, her türlü duygusallıktan uzak durmayı, her hâlükârda tarafsız kalmayı, bazen çok ağır hükümler vermeyi gerektiren bu ağır görev, sert mizaçlı olmayı gerektiren bir görevdir. Bu görevin altından kalkmayı çoğu erkeğin beceremediği hâlde, şefkat ve sevgi gerektiren analık makamına sahip olan kadın nasıl çıkabilir bunun içinden? Letafet ve zarafet kaynağı şefkat ve merhamet gerektiren eğitimci ruha sahip olan kadınlara bu ve benzeri sorumlulukları vermek, kadın yapısını ve doğasını değişmeye ve bozmaya yönelik bir görevlendirme olacağından İslâm, kadınları bu görevlerden muaf tutmuştur. Resul-i Ekrem (s.a.a.)’in de buyurduğu gibi, kadın bir çiçektir ve o şekilde kalmalıdır.
4- ŞAHİTLİK:
Şahitlik yapabilme konusunda İslâm'da bazı yerlerde sadece kadının şahitliği kabul edilir; bazı yerlerde ise erkekle bir tutulur; bazı yerlerde ise iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliği gibi kabul edilir. Bunlar konularına göre farklılık arz eder. Bu da gösteriyor ki şahitlikte, konuya daha yakın olma ve ehil olma şartı aranmaktadır. Bunların detayı fıkıh kitaplarında yazılıdır.
Felsefesine gelince; şahitlik açısından iki kadının bir erkek yerinde olduğu yerlerde, evvelâ hadiselerden genellikle uzak kalan kadının olayların detaylarını görmesi imkânsız veya oldukça zordur. Sonra, duygusallığı ve bazı doğası gereği zaaflarından ötürü kadının dâvâ taraflarının etkisi altında kalması muhtemeldir. Bu yüzden iki kadının aynı konuda aynı şekilde şahitlik yapması, bu ihtimali ortadan kaldırır ya da asgariye indirir.
5- GEÇİM SAĞLAMA SORUMLULUĞU:
Geçimi sağlama konusunda erkek eşinin ve çocuklarının geçimini sağlamakla mükelleftir; ama kadının bu konuda bir mesuliyeti yoktur. Bu da, kadının fiziksel olarak zayıf olduğu ve daha çok evi ve çocuklarının talim ve terbiyesiyle ilgilenebilmesi için ona tanınan bir haktır. Elbette bu husus, kadının çalışması haram ve yasaktır manasına gelmez. İslâm, kadının sağlıklı koşullarda, doğasına uygun işlerde, toplumsal ahlâk ilkelerine uygun olarak çalışmasına izin vermiştir. Ne var ki bu, kadın için mecburî bir vazife değildir; çünkü aile geçimini temin etmek, erkeğin mecburî vazifesidir.
7- BOŞANMA KONUSU:
İslâm'da evlenme konusu ne kadar teşvik edilmiş ve üstelenmişse, o kadar da boşama ve boşanma konusu kınanmış ve kadın-erkek böyle bir işe yeltenmekten sakındırılmıştır. Meselâ bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: "Evlenin ve boşanmaya yeltenmeyin; zira bu, Allah'ın Arşı'nı titretir."[2]
Bir başka hadiste, İmam Sadık (a.s.) şöyle buyurmaktadır: "Allah (azze ve celle)'nin talâktan (boşama-boşanmadan) daha çok buğz ettiği bir şey yoktur."[3]
Başka bazı hadislerde de talâk, en sevimsiz helâl olarak nitelendirilmiştir.
Evet, İslâm'ın boşanma olayına bakışı böyledir.
Ancak İslâm'ın boşanmayı tam anlamıyla yasaklamaması ve belli şartlar dahilinde bilâhare ona izin vermesi, bir zaruret gereği ve yine kadın-erkeğin maslahatlarını dikkate aldığı içindir. Yani bu olayın gerçekleşmemesi için İslâm çeşitli tedbirler kararlaştırmış, caydırıcı önlemler almış ve tavsiyelerde bulunmuştur. Fakat bunların hiçbirisi olumlu sonuç vermediği takdirde, kadın ve erkeğin ömür boyu mutsuz olmasındansa, onların ayrılmasına izin vermiştir.
Bizim amacımız, burada talâkın felsefesini ve bu olayı geniş bir şekilde ele almak değildir. Biz kadın-erkek arasındaki farklılıkları açıklarken, talâk konusunda olan bir farklılığı da söz konusu edip felsefesini açıklamak istiyoruz.
Bu farklılık şudur ki, İslâm, bazı yerlerde olduğu gibi, burada da boşanma yetkisini asaleten erkeğe vermiştir. Bunun felsefesi ise, yine kadın ve erkekte olan yapı farklılığından kaynaklanmaktadır. Önceden de değindiğimiz gibi, erkeklerde taakkul ve tedebbür, kadınlarda ise duygusallık yönü ağır basmaktadır. Yine hatırlattığımız gibi, bu bir eksiklik değil, doğanın bir gereği ve görev dağılımının icabıdır. Aksi takdirde hayatın bir anlamı kalmazdı. Yani kadın ve erkek, bu farklı yönleriyle birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. İşte bu farklılıktan hareketle İslâm, talâk yetkisini asaleten erkeğe vermiştir. Zira kadın, duygusallığının etkisi altında, meseleyi etraflıca düşünmeden karar verebilir. İslâm, kısmen de olsa talâk riskini azaltmak için aldığı diğer birçok tedbirin yanı sıra talâk yetkisini de duygusallığın değil, taakkul ve tedebbürün yetkisine bırakmıştır.
Hemen hatırlatmak gerekir ki İslâm, kadını tamamen erkeğin elinde esir durumunda bırakmamış, bazı durumlarda kadına boşanabilme imkânı sağlamıştır ki, aşağıda kısaca bunlara değineceğiz:
a) Erkek, kendi eşine yeteri kadar nafaka sağlamaz ve onun makul geçimini temin etmezse.
b) Erkek, eşine eziyet ve haksızlık yapar, bunu önleyecek başka hiçbir yol bulunamazsa.
c) Erkek, eşine karşı (cinsel konularda) kocalık vazifesini yerine getirmez, ya da getiremezse.
d) Erkek, eşinin nafakasını temin etmekten âciz olursa.
(Bu yerlerde kadın, şer'î hâkime şikâyette bulunup talâk isteyebilir. Şer'î hâkim, öncelikle erkeği ıslâh etmeye çalışır; bu mümkün olmazsa, onu karısını boşamaya mecbur eder.)
e) Bir erkek kaybolur ve bulunmasından ümit kesilirse, şer'î hâkim ondan taraf karısını boşar.
f) Bir erkek karısına zina isnadında bulunursa veya çocuğunu inkâr ederse, karısı, şer'î hâkimden boşanma talebinde bulunabilir.
8- MİRAS KONUSU:
Kadın-erkek arasındaki hüküm farklılıklarından bir diğeri de, miras konusundadır. Yani bir baba vefat ettiğinde onun mirası paylaştırılırken, erkek evlâda, kız evlâdının iki katı miras verilir. Bu mesele, özellikle bazı İslâm düşmanlarının elinde İslâm'ı karalamak ve bilgisiz insanların kafasını karıştırmak için bir koz olarak kullanılmakta ve güya kadına yapılan bir haksızlık olarak lanse edilmektedir. Oysa aşağıda açıklayacağımız üzere bunun böyle olmadığı açıkça görülecektir.
Yüce İslâm dini, uluorta veya onun bunun gönlünü kazanmak için değil, insan hayatındaki realiteleri ve sorumlulukları dikkate alarak kanun koymuştur. Bu konuda da aynı prensibi göz önünde bulundurmuştur.
Bildiğimiz gibi İslâm, âile geçimini temin etme sorumluluğunu erkeğe farz kılmıştır. Bu yüzden, kısmen de olsa bu yükü hafifletmek için, mirastan erkeğe bir pay fazla hak ayrılmasını kararlaştırmıştır. Zira o, mirastan aldığı payı da ailesinin geçimine harcayacaktır. Ama kadının bu konuda hiçbir sorumluluğu yoktur. Merhum Allâme Tabatabaî'nin deyimiyle, mirastan kadına verilen bir pay, kadın için âdeta bir cep harçlığı gibidir ve arzu ettiği her meşru yerde serbestçe kullanabilir. Yani o malın tasarruf yetkisi kadının elindedir ve kocası dahil kimse, onu kadının elinden alamaz, kadının rızası olmadan onda herhangi bir tasarrufta bulunamaz, onu kullanamaz.
Kıble Dergisi
[1]- Bihar'ul-Envar, c.1, s.172.
[2]- Vesail'üş-Şia, c.15, s.268.
[3]- Vesai'üş-Şia, c.15, s.267. |