Müminlerin Emiri İmam Ali'nin (as) birkaç özelliği... ___________________________________________________
Allame Tabatabai
Müminlerin Emiri, Ebu Talip oğlu İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun) Peygamber’in (Allah’ın selamı ona ve pak Ehli Beytine olsun) eğitimi ve terbiyesi altında yetişen ilk eksiksiz ve kamil örnektir.
İmam Ali, küçük yaştan itibaren Allah Resulünün mübarek elleri altında yetişmiştir. Peygamber onu henüz altı yaşındayken babası Ebu Talip’den alıp kendi evine getirerek eğitimini şahsen üstlenmiştir. İmam Ali, o günden itibaren aziz İslam Peygamber’inin gölgesi gibi onun ayrılmaz bir parçası olmuş; tıpkı kelebeğin yanan bir mumun etrafında dönmesi gibi onun pak, mübarek vücudu etrafında dönüp durmuştur. Son anda da Peygamber’in pak, mübarek bedenini kolları arasına alıp bağrına basarak toprağa veren yine Hz. Ali olmuştur.
Emir el-Müminin İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun) evrensel ve ölümsüz bir şahsiyete sahiptir. Çekinmeden diyebiliriz ki: “Bu yüce şahsiyet hakkında söylenen söz ve yapılan ilmi çalışmalar yeryüzünde hiçbir şahsiyet hakkında söylenmemiş ve yapılmamıştır.”
Şia, Sünni, Müslüman olan veya olmayan birçok araştırmacı, yazar, düşünür onun şahsiyetiyle ilgili binden fazla eser ortaya koymuşlardır. Dost ve düşmanın onun hakkında yapmış oldukları sayısız araştırmaların ve ortaya koydukları sözlü veya yazılı eserlerinin hiçbirinde, hiçbir kimse onun imanında en ufak bir zaaf noktası bulamamıştır; onun cesaretinde, yiğitliğinde, onur ve iffetinde, ilminde, adaletinde her yönüyle sosyal ve ahlaki yapısında olgunluk ve faziletten başka en küçük bir ayıp, leke ve eksiklik görmemişlerdir.
Peygamber’in Sadık İzcisi
Emir el-Müminin İmam Ali, hayatı incelendiğinde, emir sahipleri, yöneticiler, hakimler ve hatta tüm Müslümanlar arasında; Peygamber efendimizin hayatı süresince ve Peygamber’in vefatından sonra, nefesinin son anına kadar, bir kıl payı kadar olsa da Peygamber’in izinden ayrılmadan hareket eden, Peygamber’in hayatında yürürlükte olan kanunu en ufak bir sapma ve bozulmaya uğratmadan; aynı sadelik, aynı geçerlilikle sahiplenen ve uygulayan tek kişi olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
İkinci halife ölümünden sonra kendisinden sonraki halifenin seçimi için verdiği emir gereği kurulan altı kişilik şurada hilafetin İmam Ali’ye ya da Osman’a verileceği konusunda birçok konuşmalar ve öneriler olmuştur. Takvalıların imamı Hz. Ali’ye (Allah’ın selâmı ona olsun) hilafeti sunduklarında şu şartı ileri sürdüler: “Halk içinde, birinci ve ikinci halifenin yöntemi üzere amel etmelisin!” Ancak İmam Ali onların bu şartlarını red ederek şu cevabı buyurdular: “ Ben Allah’ın kitabı, Peygamber’in yöntemi ve kendi ilmim üzere amel eder ve ondan asla sapmam!”
Osman’a ise aynı şart ve teklifle gittiklerinde o hemen hilafeti kabul etmiş ve hilafeti boyunca da ileri sürülen şarta uymayıp kendi başına ayrı bir yöntem uygulayıp ayrı bir yol izlemiştir.
Allah Resulünün (Allah’ın selamı ona ve pak Ehli Beytine olsun), sahabileri arasında İmam Ali’nin hak yolunda gerçekleştirdiği mücadeleleri, cesareti, yiğitliği fedakarlıkları bir başkasında görülmemiştir.
Cesaret ve Yiğitliği
O en önemli İslami savaşlara katılan, bütün kanlı savaş meydanlarında Müslümanların eşsiz kahramanı, zaferlerin anahtarıydı. Sahabelerin firar ettiği savaş meydanlarında o asla sırtını düşmana çevirmemiştir. Hiçbir rakibi onun kılıcının darbesinden aldığı yaradan canını kurtaramamıştır.
Emir el-Müminin İmam Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) yapmış olduğu bütün savaşların hiçbirinde kimse onun bileğini bükememiştir. Her savaşta düşmanı bozguna uğratmış, hep onları mağlup etmiştir. O hiçbir zaman sırtını düşmana çevirmemiş ve şöyle buyurmuştur:
“Eğer bütün Araplar, benimle muhalefet ve savaşmak için ayaklansalar; bende en ufak bir irkilme ve korkudan bir eser göremezsiniz.”
İmam Ali’nin (Allah’ın selamı ona olsun) sahip olduğu cesaret, mertlik ve yiğitliğine dünya tarihi bir benzer, bir rakip gösterememiştir.
O yiğitliği ve cesaretinin yanı sıra sahip olduğu acıma hissi merhamet ve engin muhabbetti ile insanlar arasında bir örnek haline gelmiştir. O hiçbir zaman yaralı ve teslim olanları öldürmez, firar edenlerin peşine düşmezdi. Onun İslam uğruna yaptığı yiğitlik ve fedakarlıkları olmasaydı, Hicret gecesi ve ondan sonraki Bedir, Uhud, Hendek Hayber ve Huneyn gibi savaşların her birinde kafirler ve müşrikler tarafından nübüvvet nuru kolaylıkla söner ve hak sancağı yere düşerdi.
Mazlumların Savunucusu
İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun), tüm hayatı boyunca çok sade bir yaşantı sürdürmüştür. Aziz Peygamberimizin (Allah’ın selamı ona ve pak Ehli-i Beytine olsun) yaşamından vefatına kadar hatta kendi hilafetinin en muhteşem döneminde bile, yoksullarla aynı seviyede, en basit, en alt düzeyde hayatını sürdürüyordu. Yemesi, içmesi, giyimi, meskeni halkın en yoksul kesiminde bulunanların hiçbirinden farklı ve herhangi bir ayrıcalığa sahip değildi. Kendisi de şöyle buyurmaktadır:
“Bir toplumun yöneticisi, öyle yaşamalıdır ki; perişan ve yoksul kimselerin teselli sebebi olmalı. Onların özlemlerine, kalplerinin burukluğuna sebep olmamalı.”
Muttakilerin İmamı Ali (Allah’ın selamı ona olsun) kendi hayat ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve diğer insanlara yardım edebilmek için çalışmaktaydı. Özelikle de ziraat ile ilgili uğraşlara karşı fazla alaka duymaktaydı; Ağaç dikerdi, kuyu kazardı, zamanın imkanları çerçevesinde bu alanda uğraşı verirdi.
O bu uğraşlarından ve savaş ganimetlerinden elde ettiği maddi gelirleri yoksul halk arasında dağıtırdı. Gelir getirecek, verimli hale dönüştürdüğü arazileri ya halka vakıf ederdi ya da onu satarak elde ettiği gelirleri yoksullara, yetimlere paylaştırırdı. Kendi hilafeti günlerinde bir yıl, vakıflarının gelirlerinin yoksullar arasında dağıtılmadan önce kendisine getirmelerini emretti. Vakıflardan elde edilen gelirlerin miktarı, yirmi dört bin altın dinardı. Daha sonra onların hepsini ihtiyaç sahibi kimselere bölüştürmelerini emretti.
O sonsuz merhamete, muhabbete, mertliğe sahip idi. Savaşlarda kadınlara, çocuklara, güçsüzlere kılıç kaldırmaz, onları esir almazdı, kaçanların da peşine düşmez onları bağışlardı.
Sıffin savaşında, Muaviye’nın ordusu Fırat nehrini kuşatarak suyun, İmam Ali’nin askerlerine ulaşmasını engellediler. Kanlı çarpışmalar sonucu nehirden su elde edilen bölüm İmam Ali’nin askerleri tarafından ele geçirildi. İmam, askerlerine, düşman askerlerinin de yararlanabilmesi için suyun önünün açılmasını emretti.
Hilafeti döneminde isteyen herkes hiçbir engelle karşılaşmadan doğrudan onunla görüşüyordu. Sokaklarda, pazarda yaya olarak yalnız başına dolaşıyor; halkı takvaya ve birbirlerine merhametli, birbiri hakkına saygılı olmaya davet ediyor; onları uyarıyordu. Merhamet ve tevazu ile perişan ve yoksul insanlara, dul ve kimsesiz kadınlara yardım ediyor; sığınacak yeri olmayan yetimleri kendi evinde barındırıyor, onların ihtiyaçlarını karşılıyor, eğitim ve terbiyelerini üstleniyordu.
Baştan sona İslam ülkelerinin emiri olduğu halde şehit düştüğü gün bütün maddi varlığı, sadece yedi yüz dirhem idi. Bu parayı da evinde çalışacak birini bulup ona sarf etmek istiyordu.
İlme Verdiği Önem
İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun), ilme çok büyük değer vermekteydi. Bilimin yayılmasına çok önem veriyor ve bu konuda: “Cahillik gibi bir dert yoktur!” buyuruyordu.
Kanlı Cemel savaşında ordusunun saflarını düzenlediği bir esnada adamın birisi karşısına gelerek “Tehvid”in manasını sordu. Orada bulunanlar ona; şimdi bu şekil soru sormanın zamanı mı? diyerek karşı çıkıp kızmaya başladılar. İmam onların bu tepkisine mani olarak: “Biz bu gerçeklerin korunması ve canlı tutulması için savaşıyoruz” demiş ve hemen sonra soruyu soran adamı yanına çağırarak ordunun saflarını düzeltmekle meşgul olduğu halde güzelce onun sorusunun yanıtını vermiştir.
Onun hayret verici dini duyarlığını gösteren bu rivayetin bir benzeri de, Sıffin savaşında geçen bir olaydır. Bu savaşta iki ordu kızgın dalgalarıyla birbirine dökülen iki denizi andırıyordu. Dört bir yandan sel gibi kan akmaktaydı. O, bir ara askerlerinden birinin yanına gelerek içmek için ondan bir tas su istedi. Asker yanında bulunan tahtadan bir tasa su doldurup takdim etti. İmam Ali, su tasının çatlak olduğunu görünce o askere şöyle buyurdu:
“Böyle bir tastan su içmek İslam’da mekruhtur.”
Asker: yağmur gibi okların yağdığı, şimşek gibi kılıçların çaktığı böyle bir halde bu kadar dikkat etmeye, hassas olmaya fırsat olmadığını söylediği zaman, Müminlerin emiri Ali, o askere:
“Bizler bu dini ilkeler için savaşmaktayız; bu ilkelerin küçüğü, büyüğü olmaz” diye cevap vermiştir.
İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun) aziz İslam Peygamberi’nden sonra ilmi gerçekler üzerinde felsefi düşünce tarzında yani özgürce delil getirerek söz söyleyen ilk şahıstır. Birçok ilmi kavramları ortaya koymuş, Kuran-ı Kerim’in yanlışlardan ve tahriften korunması için Arap dil gramerinin temel kaidelerini (Nehv ilmi) belirliyerek düzenlemiştir.
Onun hutbelerinde, mektuplarında ve diğer eserlerindeki ilmi noktalar, ilahi bilgiler, siyasi, toplumsal ve ahlaki ilkelerin beyanı hatta bir takım yargılarından anlaşılacağı üzere matematikteki derinliği, dildeki fesahati görüp okuyan ve duyanları hayrete düşürmektedir.
Emir el-Müminin Ali’nin Genel Yöntemi
Bildiğimiz gibi aziz İslam Peygamberinin (Allah’ın selamı ona ve pak Ehli Beyt’ine olsun) vefatından sonra Müslümanların velayeti, Peygamberimizin Allah tarafından belirttiği nassıyla Emir el-Müminin Ali’de (Allah’ın selamı ona olsun) olmasına rağmen seçimle gerçekleşen hilafete dönüştürüldü. Ve başkaları hilafet makamına getirildiler. İmam Ali, Selman, Ebuzer, Mikdad gibi özel yaranlarıyla halkı uyarmalarına, onlara deliller getirmelerine rağmen olumlu bir cevap alamadılar.
İmam, halktan uzaklaşıp bir kenara çekilmiş ve bir süre evinde Kur’an-ı Kerim’i toplamakla meşgul olmuştur. Daha sonra yakın dostlarının eğitimi, terbiyesi ile uğraşarak onları mükemmel bir insan olarak yetiştirmiştir.
O, aziz İslam Peygamberinin (Allah'ın selamı ona ve pak Ehli Beyt'ine olsun) yaşadığı dönemde sahip olduğu parlak geçmişiyle; Peygamber’in yari, yardımcısı ve veziri oluşuyla, fetih ve zaferlerin anahtarı olmasıyla; ilmi, yargısı, söz ve eserleriyle ve aynı zamanda birçok manevi faziletleriyle seçkin bir şahsiyete, büyük bir makama sahip ve bütün Müslümanlardan üstündü.
Halifelere Karşı Tavrı
Birinci halifenin zamanında, genel olarak hiçbir işte onun mübarek varlığından istifade edilmemiştir. O, Allah’a ibadet ve bazı yarenlerini ilmi ve ameli yönden yetiştirmekle normal bir insan gibi çok sade bir şekilde yaşamını sürdürmüştür.
İkinci halife döneminde de her ne kadar hassas ve önemli işlerde ona başvurulmadıysa da bazı önemli işlerde ona danışılmıştır. İkinci halife bunu şu sözleriyle beyan etmiştir:
“Eğer Ali olmasaydı Ömer helak olurdu.”
Bu dönemlerde özellikle Medine’nin etrafında su kuyuları kazmak ve etraftaki araziyi bayındırlaştırmak ve sonra da bunları fakirler için vakf etmek için çalışmıştır. Üçüncü halife döneminde, halkın dikkati daha fazla onun üzerine yoğunlaşmıştı. O bütün bu zaman zarfında (yirmi beş yıl boyunca) günden güne eğitim çevresini geliştirmiş, amelinin nuru her yanı kaplamıştı; bu sayede guruplar ve fertler doğrudan ya da dolaylı olarak velayet mektebine hizmet ediyordu. Üçüncü halifenin öldürülmesinin hemen ardından halk dört bir yandan akın ederek onun çevresine toplanıp hilafeti kabul etmesi için ısrarda bulundular.
Emir el-Müminin İmam Ali (Allah'ın selamı ona olsun) yönetimi ele aldığında uzun suredir unutulmuş olan aziz İslam peygamberinin (Allah'ın selamı ona ve pak Ehli Beyt'ine olsun) yaşam tarzı ve sünnetlerini tekrar hayat sahnesinde sergiledi. Toplumsal eşitlik ve adaleti uyguladı; haksız yere elde edilmiş olan bütün ayrıcalıkları, üstünlükleri ortadan kaldırdı. Haksız yere mal-mülk toplayıp yığan, işlerinde ciddiyetsiz olan komutan ve valileri makamlarından uzaklaştırdı. Beytülmalden yağmalanan malları, önceki halifeler döneminde şuna buna hesapsızca bağışlanan emlâki geri aldı. Dini esaslara uymayan ve aykırı davranan kimseleri cezalandırdı.
Şahsı çıkarlarını, haksız yere elde ettikleri makamlarını, rahatlık, imkan ve maddiyatlarını tehlikede gören bir gurup sömürücü, yağmacı, asalak ve menfaatperest kimseler, Osman’ın kanının hesabını sormayı kendilerine bahane ederek İmam Ali’ye karşı geldiler. Neticede, içte kanlı savaşlar başladı. Bu durum İmam’ın ıslahat, ilerleme ve gelişim yönünde yapacağı uğraşılarının önünü aldı.
O, insanın belini büken bu belalarla hilafetinin beş yılını harcadı. Bu dönemde sayısızca insan yetiştirdi. Kendine özgü fasih beyanıyla, çeşitli ilim dallarında, günün ve geleceğin önemli gereksinimlerine yönelik açıklamalarını insanlığa yadigâr bıraktı. Onun bu nurlu ve engin açıklamalarından bir bölümü Nehc’ul-Belağa adlı kitapta bir araya getirilmiştir.
Onun seçkin varlığı, beyan etmekle ortaya konulamaz; onun sonsuz faziletleri saymakla bitirilemez. Tarih, bilginlerin dikkatlerini ve düşünürlerin fikirlerini kendi üzerine böylesine çeken bir şahsiyete asla şahit olamamıştır.
____________________________________________________________________________________________
Müminlerin Emiri İmam Ali'den (as) kırk Hadis ....... Fahrettin Altan ___________________________________________________
CEZA VERİNCE SEVİNME!
1- İmam Ali (a.s) Malik Eşter’e yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur:
“...Halkın kusurlarını affedince pişman olma, onlara ceza verince de sevinme. Bir mazeret bulup da göz yumabileceğin bir cezayı vermekte acele etme. Ben bir buyruk verenin tayin ettiği görevliyim; emrime uyulması gerek demeye kalkışma. Çünkü bu çeşit düşünce gönlü bozar, dini gevşetir ve (insanı) fitneye yaklaştırır. Bedbahtlığa düşmekten Allah’a sığın. Eğer hükümdarlığın seni kendini beğenmeğe ve büyüklük taslamaya sevk eder ve kendin için azamet ve büyüklük taslarsan, başının üzerindeki Allah’ın mülkünün azametine ve O’nun, senin yapmadığın şeylere olan gücüne bak; bu, baş kaldıran (serkeşlik eden) nefsini yatıştırır; kibrini, gururunu giderir; dağılıp giden aklını başına getirir. Sakın Allah’ın azametiyle boy ölçüşmeye, kendi gücünü ve kuvvetini O’nun kudretine benzetmeye kalkışma. Çünkü Allah, her zorbayı zelil eder ve kibirlenip büyüklük taslayanı alçaltır...”[73]
AZ RIZKA RAZI OLMAK
2- “Yemek yerken Allah’ı çok anın, konuşmayın. Çünkü yemek, Allah’ın nimet ve rızklarından biridir; şükrü ve hamdı ise size farzdır. Nimet elinizden çıkmadan, ona iyi davranın (kadrini bilin şükrünü yerine getirin); zira nimet (sahibinden) ayrılır ve sahibinin kendisine nasıl muamele ettiğine dair şahadet eder. Kim Allah’ın az rızkına razı olursa, Allah da onun az ameline razı olur.”[74]
KUR'AN'LA BİRLİKTE OLMAK
3- “Kur’ân’la oturan bir kimse kalktığında mutlaka bir fazlalık veya bir eksiklikle kalkar; hidayeti fazlalaşır veya körlüğü azalır. Şunu da bilin ki Kur’ân’la olan kimsenin bir ihtiyacı kalmaz, Kur’ân’dan ayrılanın ise bir zenginliği olmaz.”[75]
BİR İŞE RAZI OLMAK!
4- “Bir toplumun yaptığına razı olan, o işe katkısı olanlardan sayılır; Batıl işte bizzat bulunan kimsenin iki suçu vardır, o işi işlemek suçu ve o işe razı olmak suçu.”[76]
İMANIN DÖRT DİREĞİ
5- İmandan sorduklarında şöyle buyurdu:
“İman dört direk üstünde durur: Sabır, yakin, adalet, cihat. Sabır dört kısımdır: Özlem, korku, çekinmek, hazırda durmak. Cenneti özleyen, nefsani dileklerden vazgeçer; cehennemden korkan, haramlardan çekinir, dünyada çekinen dünya musibetlerini hiçe sayar; ölüme karşı hazırda duransa hayırlı işlere koşar.
Cihat da dört kısımdır: İyiliği emretmek, kötülüklerden sakındırmak, mücadele sahalarında sıdk ile direnmek, hakka uymayanlara kin beslemek. İyiliği emretmek, müminlerin bellerini güçlendirir; kötülükten sakındırmak, kafirlerin burunlarını toprağa sürer; mücadele sahalarında sıdk ile direnen, kendi vazifesini yapar; hakka uymayanlara kin besleyen ve Allah için kızan ise öyle bir hale (makama) erir ki, Allah onun için (onun düşmanlarına) kızar ve kıyamet günü onu razı eder.”[77]
CENNET KAPILARINDAN BİR KAPI!
6- “Cihat cennetin kapılarından bir kapıdır, Allah onu ancak özel kullarının yüzüne açmıştır. Cihat takva elbisesi, Allah’ın sağlam zırhı ve güvenilir kalkanıdır. Kim cihadı terk ederse Allah ona zillet elbisesini giydirir.”[78]
HAKLA BATILIN KARIŞMASI!
7- “Gerçekten de fitneler, heva ve heveslere uymakla ve Allah’ın kitabına ters düşen hükümlerin bid’at olarak çıkarılmasıyla başlar. Bu işlerde insanlar diğer insanlara Allah’ın dini dışında hüküm sürer. Batıl haktan tam ayrılsaydı arayanlara gizli kalmazdı, eğer hak da batıla karıştırılmaktan kurtulsaydı, düşmanların dili ondan kesilirdi. Fakat bundan (haktan) bir demet, ondan (batıldan) da bir demet alınıp sonra birbirine karıştırılıyor, böyle olduğunda da şeytan kendi dostlarına musallat oluyor; sadece Allah’ın önceden kendilerine bir lütufta bulunduğu kimseler kurtuluyor.”[79]
KİŞİLERİ TANIMADAKİ ÖLÇÜ
8- “Allah’ın dini kişilerle tanınmaz; hakkın nişaneleriyle tanınır. Öyleyse hakkı tanı, hakka uyanları tanırsın.”[80]
HÜR YARATILMIŞSIN!
9- “Sakın başkasının kölesi olma; çünkü Allah seni hür yaratmıştır.”[81]
ADALETLİ SÖZ SÖYLEMEK
10-“İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak ne insanın ecelini yaklaştırır ve ne de rızkını azaltır, ama sevabı artırır ve mükafatı çoğaltır. Bunlardan daha faziletli olan ise zalim bir yönetici karşısında adaletli bir söz söylemektir.”[82]
GÜZEL CEZA!
11- “İyi ve yumuşak davranışla ıslah olmayan kimseyi, güzel ceza ıslah eder.”[83]
BEL KIRAN KİMSELER!
12- “Belimi iki adam kırmıştır; konuşmasını bilen fasıkla şuursuz abit. O diliyle fasıklığını örtüyor ve bu da ibadetiyle cehaletini. Fasık alimlerle cahil abitlerden korkun! Aldananları bunlar aldatır. Ben Hz. Resulullah’tan duydum şöyle buyuruyordu: “Ey Ali! ümmetimin helak oluşu, dilli münafıkların eliyledir.”[84]
KÖTÜ İLE İYİYE KARŞI FARKLI TUTUM
13- “İyi insanla kötü insan senin yanında aynı seviyede olmamalıdır. Çünkü bu, iyileri iyilik yapmaktan soğutur; kötüleri de kötülük yapmaya dadandırır.”[85]
DİNE AİT BİR ŞEYİ TERK ETMEK!
14- “İnsanlar dünyalarını düzene sokmak için dinlerine ait bir şeyi terk ettiler mi Allah ondan daha zararlı bir şeyi onların yüzüne açar.”[86]
DÜNYA DÜŞKÜNLERİ KALP GÖZÜ KÖR OLANLARDIR!
15- “Dünya, körün gözünün işlediği son yerdir, ondan ötesini göremez; ama gözü sağlam olan bakışını ondan öteye vardırır ve ebedi evin (gerçek barınağın) onun ötesinde olduğunu anlar. Öyleyse gözü olan ona göz dikmez; kör olan ise ona göz diker; gözü olan ondan azık toplar, kör olan ise ona azık toplar.”[87]
KENDİNİ ÖLÇÜ YAP!
16- “Kendini, kendinle diğerleri arasındaki şeylerde ölçü yap; kendin için sevdiğini başkaları için de sev, kendin için sevmediğini başkaları için de sevme; sana zulüm yapılmasını sevmediğin gibi sen de zulüm yapma; kendine iyilik yapılmasını sevdiğin gibi, sen de iyilik yap; diğerlerine kötü saydığın şeyleri kendine de kötü say; insanların senden olana razı olmasını istediğin gibi sen de onlardan olana razı ol; bilmediğini söyleme, hatta her bildiğini de söyleme; sana söylenmesini istemediğin şeyi diğerlerine söyleme.”[88]
EN İYİ ARKADAŞ
17- “Ey oğlum, tefekkür nur, gaflet zulmet, cehalet ise sapıklıktır. Mutlu, başkalarından öğüt alan kimsedir. Edep en iyi mirastır. Güzel ahlak en iyi arkadaştır. Akrabalarla ilişkiyi kesmekte bereket (bolluk) olmadığı gibi fısk-u fücurda da zenginlik olmaz.”[89]
ÇOK KONUŞMAK
18- “Çok konuşan çok hata yapar, çok hata yapanın hayası az olur, hayası az olanın günahtan çekinişi azalır, günahtan az çekinenin kalbi ölür, kalbi ölen kimse ise ateşe girer.”[90]
SÖYLEYENE BAKMA!
19- “Söyleyene bakma, söylediğine bak.”[91]
BÜTÜN HAYIRLAR...
20- “Bütün hayırlar üç şeyde toplanmıştır: Bakış, susma ve konuşma. İbret almak için olmayan her bakış boştur; fikirle birlikte olmayan her susma gaflettir; içerisinde zikir olmayan her konuşma faydasızdır. Ne mutlu bakışı ibret, susması fikir, konuşması zikir, hatalarına ağlayan ve eziyet etmeyeceğinden insanların emin oldukları kimseye.”[92]
OĞUL VE BABA HAKLARI...
21- “Oğlun babanın boynunda hakkı vardır; babanın da oğlun boynunda hakkı vardır. Babanın oğlun boynundaki hakkı, Allah’a karşı günah olmayan her şeyde ona itaat etmesidir; oğlun babanın boynundaki hakkı ise oğluna güzel isim koyması, onu iyi terbiye etmesi ve ona Kur’ân’ı öğretmesidir.”[93]
AZIK TOPLANILACAK DİYAR
22- “Dünya, onunla doğru davranana doğruluk yurdudur; ondan bir şey anlayana kurtuluş evidir, ondan azık toplayana zenginlik diyarıdır. Dünya, Allah peygamberlerinin mescidi, vahyinin iniş yeri, meleklerinin namazgahı, dostlarının ticaret yurdudur; orada rahmet elde eder ve cenneti kazanırlar. Dünya, ayrılacağını bildirdiği, uzaklaşacağından haber verdiği ve kendisinin faniliğini anlattığı halde onu kınayan kimdir? Dünya neşesiyle onları neşeye teşvik etmiştir, belasıyla beladan korkutmuştur; bazen korkutmuş, bazen sakındırmıştır; bazen meyillendirmiş, bazen inzar etmiştir. Öyleyse ey dünyayı kınayan ve dünyanın aldatmasına kapılan, ne vakit dünya aldattı seni? Toprağa atıp çürüttüğü babalarının helak oldukları yerlerle mi aldattı seni, yoksa yer altına attığı analarının yattığı yerlerle mi kandırdı seni?!”[94]
EN KORKUNÇ İKİ ŞEY
23- “Sizin için korktuğum şeylerin en korkuncu iki şeydir; heva ve hevese uymak ve uzun dileklere kapılmak. Heva ve hevese uymak insanı haktan alıkoyar, uzun dileklere kapılmak ise ahireti unutturur.”[95]
DİN İÇİN ÇALIŞMAK
24- “Kim gizlideki durumunu düzeltirse, Allah onun aşikardaki durumunu düzeltir. Kim dini için çalışırsa, Allah dünyasını temin eder. Kim kendisiyle Allah arasında olanı güzelleştirirse, Allah onunla insanlar arasında olanı güzelleştirir.”[96]
BAŞKALARINI DÜŞÜNÜRKEN KENDİNİ UNUTMAMAK
25- “Bütün işin, ailen ve çocukların için uğraşmak olmasın; çünkü ailen ve çocukların Allah’ın dostlarıysa Allah dostlarını kaybetmez, eğer Allah’ın düşmanlarıysa niçin Allah’ın düşmanları için bu kadar çalışıp durasın?”[97]
KİM BİLMEK İSTİYORSA!
26- “Kim Allah katında makamının nasıl olduğunu bilmek istiyorsa, günah işlediği zaman Allah’ın kendi yanındaki makamının nasıl olduğuna baksın.”[98]
YÜZÜN SUYU NE ZAMAN DÖKÜLÜR?
27- “Yüzünün suyu donmuştur; ancak bir şey istersen yumuşar, sızıp damlamaya başlar. Öyleyse kime yüz suyu döktüğüne dikkat et.”[99]
KİBİR İNSANA YAKIŞIRMI?
28- “İnsan oğluna kibirlenmek yakışır mı, dün bir meni parçasıydı, yarın bir leş olacak...”[100]
GERÇEK FAKİH...
29- “Gerçek fakihin (din aliminin) kim olduğunu size söyleyeyim mi? Gerçek fakih, insanların Allah’a isyan etmesine müsaade etmeyen, onları Allah’ın rahmetinden ümitsizleştirmeyen, onları Allah’ın azabına karşı emin kılmayan ve Kur’ân’ı bırakıp başka şeylere yönelmeyen kimsedir. Bilinçsiz ibadette, fikirsiz ilimde, tedebbür (dikkat ve tefekkür) edilmeyen kıraatte hayır yoktur.”[101]
BOŞUNA KONUŞMAK
30- “Günlerinizi maceralar anlatmak, şöyle böyle yaptım demekle geçirmeyiniz. Çünkü amellerinizi koruyan muhafızlar sizinle bilirliktedir. Allah’ı, her yerde anın. Peygamber (s.a.a)’e ve Ehl-i Beyt’ine salavat getirin. Zira Allah-u Teala, O Hazreti andığınızda ve O’na saygıda bulunduğunuzda duanızı kabul eder.”[102]
TAKVALI KİMSELER
31- “Gerçekten takvalı kimseler, hem geçici dünyanın nimetlerinden yararlandılar, hem de ahirette verilecek nimetleri kazandılar; dünya ehlinin dünyasına ortak oldular, ama dünya ehli onların ahiretinde onlara ortak olamadılar.”[103]
YALANI TERK ETMEDİKÇE!
32- “Bir insan, ciddi olsun şaka olsun her türlü yalanı terk etmedikçe imanın tadını alamaz.”[104]
ASIL OLAN DİN VE AHİRETTİR!
33- “Eğer dinini dünyaya tabi kılarsan, hem dinini hem de dünyanı bozar ve ahirette zarara uğrayanlardan olursun; ama dünyanı ahiretine tabi kılarsan, hem dinini, hem de ahiretini korur ve ahirette kurtuluşa erenlerden olursun.”[105]
DÜNYAN NEYE BENZER?
34- “Dünya, insanın elinin altında yumuşak olan ama içinde öldürücü zehir bulunan bir yılana benzer; aldanan bilgisiz ona meyleder, akıllı kişiyse ondan çekinir.”[106]
İNSANLAR ÜÇ KISIMDIR
35- “Ey Kumeyl, bu kalpler kaptırlar, bunların en iyisi daha geniş olanıdır. Öyleyse söylediklerimi koru. İnsanlar üç kısımdır: Ya rabbani alimdir, ya kurtuluş için öğrenendir, ya da her sesin peşice giden ve her rüzgara kapılan ahmak kimselerdir ki, bunlar ne ilim nuruyla aydınlanmış, ne de sağlam bir direğe sığınmışlardır.”[107]
YAŞANTI İÇİN ÖNEMLİ DERSLER
36- “Size beş şey vasiyet ediyorum, eğer onları elde etmek için develere binip seferlere düşseniz de değer mi değer: Hiçbiriniz Rabbinden başkasından bir şey ummasın, günahından başka bir şeyden korkmasın, sizden birinize bilmediği bir şey sorulduğunda “bilmiyorum” demeye utanmasın; hiçbiriniz bilmediği bir şeyi öğrenmekten çekinmesin. Sabredin, çünkü sabır imana nispetle cesetteki baş gibidir. Başı olmayan bedende hayır olmadığı gibi sabrı olmayan imanda da hayır yoktur.”[108]
HALKLA İLİŞKİ
37- “İnsanlarla öyle kaynaşın ki, öldüğünüzde ağlasınlar size; sağ kaldığınızda ise özlesinler sizi.”[109]
AMELSİZ DUA EDEN...
38- “Amelsiz dua eden, yaysız ok atmak isteyen kişiye benzer.”[110]
AMELLE KAZANILIR!
39- “Cennet, amelle kazanılır; arzuyla değil.”[111]
HORLANARAK CENNETE GİRMEK...
40- “Müminin ayıpları ortaya çıkıp horlanarak cennete girmesi ne de kötüdür. İşlediğiniz günahlarınızın affedilmesi için kıyamet günü size şefaat dilemekten dolayı bizi zahmete düşürmeyin. Kıyamet günü kendinizi düşmanlarınızın yanında utandırmayın. Allah katındaki makamınızı bırakıp bu değersiz dünyaya kapılarak kendinizi tekzip etmeyin.”[112]
KAYNAKLARA BAKINIZ:
[73] -Tuhaf’ul- Ukul, s.239.
[74]-Tuhaf’ul- Ukul, s. 189.
[75]-El-Hayat, c. 2, s. 101.
[76]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih), s. 499.
[77]-Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 473.
[78]-Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 69.
[79]-Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih)s. 88.
[80]-Bihar’ul- Envar, c. 68, s. 120.
[81]-Gurer’ul- Hikem, Fasıl 85, Hadis: 219.
[82]- Gurer’ul- Hikem, Fasıl 8, Hadis 272.
[83]- Gurer’ul- Hikem, Fasıl 77, Hadis 547.
[84]- El-Hayat, c. 2, s. 337.
[85]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 430.
[86]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 487.
[87]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 191.
[88]- Tuhaf’ul- Ukul, s. 135.
[89]- Tuhaf’ul- Ukul, s. 159.
[90]- Tuhaf’ul- Ukul, s. 157.
[91]- Gurer’ul- Hikem, Fasıl 85, Hadis 40.
[92]- Tuhaf’ul- Ukul, s. 421.
[93]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 546.
[94]- Bihar’ul- Envar, c. 77, s. 418.
[95]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 83.
[96]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 551.
[97]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 536.
[98]- Tuhaf’ul- Ukul, s. 189.
[99]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 535.
[100]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 555.
[101]- Bihar’ul- Envar, c. 78, s. 41.
[102]- Tuhaf’ul- Ukul, s. 181.
[103]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 383.
[104]- Usul’ul- Kafi, c. 2, s. 340.
[105]- Gurer’ul- Hikem, Fasıl 10, Hadis 44.
[106] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 489.
[107] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 495.
[108] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 482.
[109]- Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 470.
[110] - Nehc’ul- Belağa, (Suphi Salih) s. 434.
[111] - Gurer’ul- Hikem, Fasıl 18, Hadis 119.
[112] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 183.
|