Baalbek’de "İslami Direnişi Destekleme Komitesi" tarafından düzenlenen programda konuşan Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrullah, Amerika, İsrail ve bölgede işbirlikçilerinin ümitsizliğe kapılmalarından sonra direnişin imajını zedeleyici girişimlere başladıklarını belirterek “onlar direnişi tasfiye etmekten aciz kaldıklarında direnişi itham etmeye ve kötülemeye başlayarak direnişi Suriyeci, İrancı gibi tanımlamaya kalktılar” dedi.
Nasrullah, dün akşam saatlerinde yaptığı konuşmada, İsrail’in Lübnan’a tekrar saldırması halinde direnişin İşgal güçleri ordusunu hezimete uğratacağını söyledi.
İnsanların dünyada şerefli ve izzetli bir yaşam sürmelerini hedeflediklerini belirten Nasrullah “Allah’a ve Ahiret gününe iman kültürünü yüklendiğimiz Lübnan’daki cihadi ve imani hareketimiz Hizbullah’a bağlı olmaktan ötürü şeref duymaktayız. Biz Allah’a ve Allah’ın katında olanlara yöneldik. Kendimizi, kardeşlerimizi, çocuklarımızı ve etrafımızdaki insanları bu mana üzerine eğitiyoruz. İnsanların bu dünyadaki saadetinin yanı sıra izzetli ve şerefli bir yaşam sürmesine, aç kalmamasına, sınırlı ve fani olan bu dünya hayatında zulme ve işkenceye uğramaması için azmediyoruz. Eylemlerimizde Allah’ın rızasının olmasına azmediyoruz. Lübnan’daki direniş bu arka planla birlikte parladı. Lübnan İslami Direnişi Hizbullah ve onunla beraber olan diğer direniş hareketleri bu imani ve kültürel arka planla birlikte ortaya çıktı. İmam Musa Sadr'ın yetmişli yıllardadaki direniş hareketi bu imani arka planladan hareketle ilan etti” diyerek Hizbullah'ın yüklendiği asli misyona dikkat çekti.
“1982 yılında Siyonist düşman Lübnan’ı, başkent Beyrut’a kadar topraklarımızdan büyük bir kısmını işgal ettiği zaman gençler işgalcilerle savaşmak için hareketi oluşturdular. Bunu zorunlu kılan sebep neydi? Birinci derecede dini etkendir. Ulusal ve ahlaki etken dini etkene ilave edilebilir. Fakat şunu söylemeliyim ki dini etken en güçlü, en etkili ve en şiddetli tesire sahipti. Gençler, gençliklerinin baharında savaşmaya, şehid düşmeye ve tabii hayatlarını terk ederek dağlarda, vadilerde ve mağaralarda yaşamaya başladılar” diyen Nasrullah Hizbullah'ın direniş saflarına katılan gençlerin, gençliklerini geride bırakarak savaşa girmelerindeki asli unsurun konuşmasının başında belirttiği iman olduğunu vurguladı.
Fıkıh kitaplarında, Müslüman ülkesi saldırıya uğradığı zaman ülkeyi savunmanın vacip olduğunu, bu konuda imama ya da ülkenin başkanına soru sormaya gerek olmadığının belirtildiğini kaydeden Nasrullah “halk, işgalcilerin saldırısına uğradığı zaman halkın üzerine düşen görev silahını eline alıp işgalciye karşı savaşmasıdır. Savaşmak için hiç kimseden izin almaya icazet beklemeye gerek yoktur” dedi.
Hizbullah’ın yetmişli yıllardaki imani arka planla başlattığı hareketin günümüze kadar kesintisiz devam ettiğini, direnişin yenilmediği, yorulmadığı ve yaşlanmadığını vurgulayan Nasrullah, bunun sebebinin, Hizbullah’ın sonsuz kaynakla olan bağının hala sürmesi olduğunun altını çizdi.
Nasrullah, direnişin durdurulması, başarısızlığa uğratılması için her türlü yönteme başvurulduğunu, liderlerinin şehid edildiğini, kuşatma altına alındığını, hakkında suçlamalar ve kışkırtıcı girimlerde bulunuluğu fakat bütün bunların bir fayda vermediğini belirterek direnişin daima Amerika-İsrail'in ve olayları bu ikisinin gözüyle bakanların hedefinde olduğunu vurguladı.
“Doksanlı yıllarda direniş Arap ve İslam aleminde nurunu göstermeye başladı. Lübnan’da, Arap ve İslam alemindeki insanlar güney Lübnan’daki direniş haberlerini takip etmeye başladılar. Direniş kendisine özgü operasyonlar gerçekleştiriyor, şehadet eylemleri düzenliyor, siyonistleri zillete düşürüyordu. 2000’li yıllarda bölgedeki Amerikan siyasetine hizmet eden Arap televizyonlarından ve gazetelerinden büyük çoğunluğu Lübnan’daki direnişin eylemlerinden söz ettiği zaman “Lübnan direnişi, İslami direniş ya da Hizbullah savaşçıları falanca eylemi yaptılar” demiyorlardı. Tam olarak “İran’ın himayesindeki Hizbullah Şii örgütü falanca eylemi yaptı” diyorlardı. Hizbullah'a "Şii" denilmesiyle İslam alemindeki Sünniler, Şii olan Hizbullah’ı desteklemeyecek; diğer yandan İrancı denilmesiyle de Araplar desteklemeyecekti.” diyen Seyyid Hasan Nasrullah, Arap basınının amacının buradaki hedefinin Lübnan İslami direnişi ile Arap ve İslam aleminin arasına engeller konulmak istenmesi olduğunu söyledi.
Konuşmasında Filistin'deki El Aksa intifadasına değinen Seyyid Hasan Nasrullah “2000 yılına geldiğimiz zaman bu söylenenlerin fayda vermediği görüldü. 2000 yılında direniş tarihi ve açık bir zafer elde ederek İslam ve Arap aleminde geniş yankı uyandırdı. Direniş tüm Arap ve Müslümanların kalbine girdi. Hizbullah’la övündüler ve gurur duydular. Biz, dini ve İslami bir hareketiz. İman eden, namaz kılan oruç tutan Kabe’da hac eden bir hareket. Fakat biz asla mezhepci ve grupcu olmadık. 2000 yılındaki zaferin yansımaları büyük ve önemli oldu. Bunların en önemlisi ise işgal altındaki Filistin’de başlayan büyük cihadi intifadaydı. Bu intifada ile maddi, manevi, siyasi, medya alanlarında bir bağımız var. Bunu dost düşman herkes biliyor. Bundan çekincemiz yok. Bilakis dünyada gurur duyduğumuz gibi ahirette de gurur duyacağız” diyerek Hizbullah ile Flistin İntifadası arasında kopmaz bir bağ bulunduğunun altını çizdi.
2000 yılında İsrail işgal güçlerinin Lübnan'dan tamamen kaçmasıyla sonuçlanan zaferin ardından birtakım suçlama ve iftiralara maruz kaldıklarını, bu zaferin gerçekte bir oyun olduğu, Hizbullah’ın konumunu güçlendirmek için İran, Suriye, Hizbullah, Amerika ve İsrail arasında bir anlaşmanın gerçekleştirildiği iddiasının gündeme getirildiğini belirten Seyyid Hasan Nasrullah “Tabi bu saçma bir söz. Akıllı bir kişinin kabul etmesi mümkün değil. Kötü niyetliden başkası da bu sözü tekrarlamaz. Yani İsrail 25 Mayıs 2000’de Lübnan’da bizim konumumuzun güçlenmesi için hezimete ve zillete uğramayı ve uşaklarını sokağa terk etmeyi kabul etti. Bu ne biçim bir söz?” dedi.
Bu iddianın bir benzerinin de 2006 Temmuz savaşından sonra bazıları tarafından gündeme getirildiğini, Temmuz zaferinin İsrail-Hizbullah arasında gerçekleştirilen bir anlaşmadan ibaret olduğunun iddia edildiğini belirtti.
Nasrullah 14 Mart grubu içerisindeki bazı Hristiyan liderlerin hala direnişin silahının toplanmasından söz etmesini, İsrail’in menfaatine olarak değerlendirdi.
"2000 yılındaki zaferin ardından direnişin Lübnanlılara şunları söylediğini aktardı: “Bu zafer ne sadece bir hizbe, harekete ne de gruba aittir. Müslümanların Hristiyanlar üzerindeki bir zaferi de değildir. Zafer tüm vatanın tüm Lübnan’ın tüm ümmetin ve tüm Araplarındır. Direniş elde ettiği zaferi istismar ederek başkalarına karşı hiç bir zaman zulmetmedi” diyen Seyyid Nasrullah Hizbullah'ın siyonist işgal güçlerine karşı kazandığı zaferlerin bütün Lübnanlıların ve dünyadaki bütün müslümanların zaferi olduğunun altını çizdi.
Hizbullah’ın ulusal birliği ve Lübnanlılar arasındaki karşılıklı iyi niyet anlayışını desteklediğini belirten Nasrullah, Hizbullah’ın taifecilikten ve mezhepcilikten uzak olduğunu bir kez daha vurgulayarak “Biz mezhepsel sınıflandırma yapmadık, konuşmalarımızda hiç bir zaman mezhepçi bir dil ve uslup kullanmadık" diyen Seyyid Hasan Nasrullah, Hizbullah’ı mezhepçilik ya da grupculukla suçlayanlara, Hizbullah'ın Şiiliği ön plana çıkarıp ümmetin diğer sınıflarını dışlayan herhangi bir konuşma örrneği getirmeleri çağrısında bulundu.
Konuşmasında 2006 Temmuz savaşına da yer veren Nasrullah, savaş sonrasının Lübnan’ın milli birlik hükümeti taleplerinde ne Hizbullah ne de Şiiler adına bakanlık sayısının artırılması için çalışmadıklarını söyledi.
Lübnan’da ortak yaşam ve ulusal birliğin önemine değinen Nasrullah, gerek Trablus ve gerekse Lüban’ın diğer bölgelerinde çıkan sorunlara karşı üretilen her türlü çözüm önerisini desteklediğini belirtti.
|