Hollanda asıllı Michael van der Galien, bir internet sitesinin genel yayın yönetmeni. 2008'de İslam’la şereflenen Galien, İslam’a giden yolda yaşadıklarını ve ilk Ramazanını
M. Hasan UNCULAR / TİMETURK
Bu yılın başında kendimi karışık bir halde buldum. Kur’an’ı inceledikten sonra ve Sufilerin hayatlarıyla alakalı bir takım şeyler okuduktan sonra, İncil’den daha çok benim ruhumu doyuran bir kitap olduğunu fark ettim. Çok etkilenmiştim, mutluydum ama kafam karışıktı.
Neticede ne olursa olsun, Hıristiyansınız Kur’an’ı Allah’ın kelamı, tasavvufu insanlara dini ilhamlar veren bir yol ve Hz. Muhammed’i Allah’ın elçisi olarak kabul edebilir miydiniz?
İslam’a giden yol
Her şey şöyle başladı: Müslüman olan nişanlımla birbirimizin dinini incelemeye karar verdik. Bunun birbirimizi daha iyi anlamamıza vesile olacak bir şey olduğunu düşünmüştük. Birbirimizin dinini ne kadar çok bilirsek, birbirimizi o kadar daha iyi tanıyabiliriz demiştik.
Bu nedenle nişanlım bana, Müslümanlara göre tanrının kelamı olan Kuran-ı Kerim verdi, okumaya başladım. İlk önce bana eski Tevrat’a benzer bir kitap gibi geldi. Bir takım farklı yollarla Hıristiyanların kutsal kitabında belirtilenleri anlatıyordu: komşuna, nasıl muamele görmek istiyorsan öyle davran, diğer insanlara saygı göster ve onları sev, sadece bir tek ilah vardır, tanrının istediklerini yapıp yapmama bakımından, cennet ve cehennem arasında bir tercih yapmak zorundasınız.
Kuran, İncil’den farklıydı
Ancak Kuran’da farklı bir yön vardı, aslında birçok farklı yön. İlk farklılık üslubuydu, Kuran şiirsel bir üslupta yazılmıştı. Ve sadece akla değil, kalbe de hitap ediyordu. Birkaç sure okuduktan sonra kendimi mistik, şiirsel bir ortamda buldum, ruhumun derinliklerine inen bir duyguydu bu.
“Bu Allah’ın kelamıdır” diye düşündüm ve İncil’den farklı bir şekilde bana tesir etmişti. İkinci temel farklılık ise, Hz. İsa’nın Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. Muhammed ( s.a.v) gibi bir peygamber kabul edilip, Allah’ın oğlu olarak görülmemesiydi. Büyük bir peygamberdi, ama neticede bir insan ve peygamberdi.
İlk önce yukarıda belirtilen bu iki farktan rahatsız değildim. Ama daha sonra bu değişti ve kendimi “ bir Hıristiyan Kuran-ı Allah’ın kelamı ve Hz. Muhammed’i onun elçisi kabul edebilir mi” sorusuyla karşı karşıya buldum. “ Eğer Kuran Allah’ın kelamı ve Hz. Muhammed de onun elçisi ise, Hz. İsa ile ilgili bana ne anlatıyordu? Kuran Hz. İsa ile ilgili ne diyordu ve bu benim için ne anlama geliyordu?
Bunlar çok zor sorulardır. Herkesin kendi kendine cevaplaması gereken sorulardır. Hiç kimse size bunların cevabını veremez, siz sadece düşünebilir, dua eder ve Allah’la bağlantı kurup gerisini ona bırakabilirsiniz. Diğer insanlar size tavsiye verebilir, ama sonuçta siz neye inanıp ve nasıl bir sonuca varılması gerektiğine karar verirsiniz.
Hz. İsa tanrının oğlu olamazdı
Benim için bu değişiklik çok hızlı ve birkaç ay içinde gerçekleşti. Kuran- ı tümden okuduğumda, tüm kalbimle onun gerçekten Allah’ın kelamı olduğuna ve Hz. İsa’nın büyük bir peygamber olup, Allah’ın oğlu olmadığına inandım. Hz. İsa’nın tanrının oğlu olduğu fikrinin bende hiçbir etkisi kalmadı ve bu mevzuda İslami itikat daha da mantıklı geldi.
Nişanlımın çevresinden bazı insanlarla da yaptığım görüşmeler sonrasında Hıristiyanlıkla alakalı tüm bağlarımı kopardım ve artık kendimi bir Hıristiyan olarak kabul etmiyordum ve tüm Müslümanların kendilerini ifade ettikleri Allah’tan başka ilahın olmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğunu tasdik ettikleri kelime-i şahadet getirdim.
Artık Hıristiyan değil, tam anlamıyla bir Müslüman’dım. Din değiştirmek hayatımda çok şeyi değiştirdi ama bazı şeyler aynı kaldı. Örneğin siyasi görüşlerimde bir değişiklik olmadı. Ama artık kilise yerine camiye gidiyordum. Artık bir Müslüman gibi ibadet ediyorum, Hıristiyan gibi değil. Yüzüm Kıble’ye, Mekke’ye dönük olarak secdeye gidiyorum, alnımı secdeye koyuyorum, rükuya varıyorum, oturuyorum, kalkıyorum. En azından bunları yapmayı deniyorum. Geleneksel dua şekillerini öğrenmem gerekiyordu, ilkin Flemenkçe, sonra İngilizce ve daha sonra da Arapça ibadet ettim. Bu da benim için çok önemli bir değişiklik oldu, daha önce hiç Arapça konuşmamıştım.
Ve ilk Ramazan…
Bunlar büyük değişiklikler ama dün gerçekten de çok büyük bir değişiklik oldu, herkesin fark ettiği bir değişiklikti bu. Avrupa’da Ramazan başladı. Sabah 5:00’dan, akşam 7:50’ye kadar sigara yok, yeme içme yok.
Ramazan fikri Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini de hatırlatan bir şeydi. Müslümanların 30 gün boyunca oruç tutmasının sebeplerinden biri buydu. Bunun dışında oruç tutmanın birçok sebebi vardı; yemeğin ve suyun değerini, yoksulun halinden anlamayı, kendini kontrol etmeyi ve Allah’la daha iyi bağlantı içinde olmayı ve fiziki talepleri hiçe sayıp ruhun beslenmesini sağlıyor.
Böylece dün ilk kez hayatımda oruç tuttum. Sigara yok, yeme içme yok. Önce oruç tutmanın çok zor olacağını düşündüm ama o kadar da zor değildi. Asıl problemin tüm gün boyunca sigara içmemek olacağını düşündüm. Bir şey yememek problem olmazdı çünkü hiçbir şey yemeden saatlerce durmaya alışkındım, o zaman da yapabilirdim. Diğer taraftan bir şeyler içememek problem olur diye düşündüm ama sigara içememek kadar büyük bir problem değildi. Çünkü her ne olursa olsun sigara bir alışkanlıktı ama su alışkanlık değildi.
Susuzluk büyük problemdi
İtiraf etmek gerekirse birkaç saat geçtikten sonra su içememenin en temel sıkıntı olduğunu fark ettim. Sigara bir lüks halini almıştı ve soğuk bir su içmeyi hayal ediyordum. Gözlerimi kapatıp su hayal ediyordum. Türkiye’de İzmir’de geziniyordum, ağzım kurumuş bir vaziyette ve su içen insanları görmenin verdiği karışık bir surat ifadesiyle, vücudum “ su, su “ diye haykırıyordu.
Oruç tutmaya olumlu bir kafa yapısıyla başladım ama gerektiği gibi mücadele etmezsem bu kafa yapısının bütün bir Ramazan boyunca devam edemeyeceğini fark ettim. Ramazan’da her saatte kendime, suya olan özlemimle alakalı nişanlımın da aynı şeyleri hissettiğini hatırlatmak zorunda kaldım. O da benim gibi susuzdu.
İftara dakikalar kala
Akıl devam etmeyi, aktif olmayı, tebessüm edip, oruç tutmaktan mutlu olmayı istiyordu ama vücut buna itaati reddediyordu. Öğlenden sonra beş civarı uyumak zorunda kaldım. Saat yedi civarı uyandım, ezana 50 dakika kalmıştı ve oruç bitecekti.
Zaman çok yavaş geçiyordu. Kendime bir kez daha Ramazan’ın gerekliliğinden ve faydalarından bahsettim. Mutfakta yemek hazırlayan nişanlıma baktım, o anda içemediği suyu ve diğer içecekleri hazırlarken onu gördüm. Onun için bu işin ne kadar zor olduğunu fark ettim; ben zor bir zaman geçirmiştim ama onun daha da çok zor bir durum içinde olduğunu fark ettim. Bana bir an bile gizlice bir yudum içme hissinin içine gelmediğini söyledi.
Son on dakika kala oturacak ve hatta gezinebilecek bir güç buldum vücudumda. Televizyonda illere göre iftar vakti söyleniyordu. Dakikalar yavaş ilerliyordu, ama vakit iyi geçti. Nihayet. Bir şeyler içme vakti. Saat 19:50 ya da 51. Nihayet başardım. Nasıl hoş bir şey bu. Bu nasıl bir macera. Çok güzel, harika bir şey. Su! Seni seviyorum ve sana ihtiyacımız var.
Her şey için şükürler olsun
Bir bardak su doldurdum ve hızla içmeye başladım. O kadar uzun bir süre bir şey içmeyince hızla bir şeyler içmenin zararlı olacağını düşünüp, yavaşça suyumu yudumladım ve tadını çıkardım. Vücudumdaki ani değişikliğin, tekrardan tebessüm edebilmek olduğunu ve etrafımda nelerin olup bittiğini fark ettim. Diğer insanların hislerini de anlayabiliyordum artık; bu oruç tutarken tamamen ortadan kaybolan bir şey. Çünkü akıl sadece kendi problemleriyle meşgul olup, diğerlerinin sıkıntılarıyla ilgilenmiyor.
Bir sigara içmek için dışarıya çıktım ( tabii ki bir bardak suyla), ve evin hanımı tarafından hazırlanan mükemmel yemeği yemek için içeriye gittim.
Harika. Bu ne güzel bir lezzet. Allah’ım su ve yemek için şükürler olsun. Tüm nimetlerin için şükürler olsun. Teknoloji, ilerleme, yağmur ve güneş… Beslenmemize vesile olan her şeyin için şükürler olsun.
Ve tabii ki Esma için ( nişanlım) şükürler olsun. |